Geçen Ekim ayında yeni Bodrumlu kadim dostum Zihni ile Marmaris’ten feribotla kalktık ve Rodos adasına günübirlik bir ziyaret yaptık. Bir günde koca adayı gezmek elbette olanak dışı, dolayısı ile izlenimlerim bir “ilk intibanın” ötesine geçemez. Bunları birkaç başlık altında toplayıp ileriki günlerde tek tek yazacağım. Rodos adası, adını aldığı şövalyeleri ile ünlü ada. Zaten Rodosu Rodos yapan da bu şövalyelerinin yaptığı muazzam kale. Bu kale Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlının fetih teşebbüslerine karşı koymayı başarmış. 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman altı aylık bir kuşatmadan sonra adayı alıyor ve Rodos Şövalyeleri de Malta adasına göç ediyorlar.
Dört yüz yıl süren Osmanlı hakimiyeti 1912 de İtalyanların adayı alması ile sona eriyor. Daha sonraki gelişmelerden gene bahsedeceğiz ama Rodos adasındaki ilk izlenimlerimiz den biri Osmanlının burada bıraktığı izler. Kalenin içinde ve dışında benim gördüğüm dört cami, bir kütüphane, bir mezarlık, ve meydanlarda iki çeşme var. Kayıtlara göre şu anda Rodos'ta 3500 etnik Türk yaşıyor ve Osmanlı devrinden kalan 14 cami, iki medrese, iki hamam ve 15 türbe var. Bunların çoğu bakımsız ve restorasyona muhtaç durumda. Adada halka açık olan tek cami Pargalı İbrahim Paşa Camii. Tabi İbrahim Paşanın doğduğu kentin bugün Yunanistan'ın kuzey batısında yer alması ve anne ve babasının Ortodoks Hristiyanlarından olması da bu camiye ayrıcalık getirmiş olabilir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış kale içindeki Süleymaniye camii ise yalnız Ramazan aylarında ve bayramlarda ibadete açık.. Biz bu camileri gezemedik ama isterseniz gezdiğimiz Murat Reis camii ve haziresinden bahsedelim.
RODOS'TA OSMANLININ BIRAKTIKLARI
SÜLEYMANIYE CAMII
CARSI ICINDE BASKA BIR CAMI
MURAT REİS CAMİİ VE HAZİRESİ
MURAT REIS CAMII
MURAT REIS TURBESI
Önce camiye adını veren Koca Murat Reis kimdi, ondan bahsedelim. Murat Reis, Kanuni Sultan Süleyman zamanında önce Turgut Reis sonra Barbaros Hayrettin Paşa kumandasında Osmanlı filioları na komuta eden büyük Türk denizcilerinden. Rodos’ta ya da Arnavutluk'ta doğduğu tahmin edilen Murat Reis genç yaşta Turgut Reis’in donanmasına katılarak deniz savaşlarında yararlılıklar göstermiş. Daha önce sırasıyla Piri Reis ve sonra Barbaros Hayrettin Paşa ile birlikte birçok deniz savaşına katılıyor. 1538 yılında Preveze‘de Andrea Doria komutasındaki Venedik donanmasına karşı kazanılan zafer de büyük pay sahibi. Kıbrıs adasının fethinde de Girit ve Rodos adası açıklarında Kıbrıs adasına yardıma giden Venedik donanmalarını durduruyor. Tüm bu başarılı kariyeri dolayısı ile Osmanlının Hint Filosu Komutanlığına getiriliyor. 1609 yılında 103 yaşında Malta adasında savaşırken yaralanıyor ve şehit düşüyor. Vasiyeti üzerine Rodos adasında kendi adı verilen camii'nin haziresindeki türbeye gömülüyor. Osmanlı donanması Akdeniz’e her sefere çıktığında önce Rodos’a uğrar ve bu büyük komutanın mezarını ziyaret edermiş.
Rodostaki Murat Reis Camii 1524 yılında Osmanlıların adayı fethinden sonra yapılmış. Bu caminin haziresindeki türbe ve mezarların büyük bir bölümü devrin padişahı ile ters düşen veya yapılan savaşlarda başarısız sonuçlar alan komutan ve tarihi kişiliklere ait. Bunlar arasında Kırım hanları Şahin Giray, Fetih Giray, Canbek Giray, İran Şahı İkinci Safi Mirza, Memi Paşa, Havvaş Bey Sancar, Serasker Mehmed Redif Paşa ve Mehmet Şekip Paşa’yı sayabiliriz.
MURAT PASA CAMIININ MEZARLIGI
BIR TURK BUYUGUNUN ICLER ACISI TURBESI
Külliyenin iki kapısı var, Rodos Kumarhanesine giden yoldaki yan kapı kapalı idi, kapıyı uzunca bir müddet çaldık ama açan olmadı. O sıra da camiyi ziyarete gelen bir bey ve eşi bizi deniz tarafındaki yeşil boyalı tahta kapıya götürdü. Buradaki kapıyı birazdan az buçuk Türkçe konuşan orta yaşlı bakıcı açtı ve bizi önce koridor şeklindeki iki tarafında küçük binalar olan dış avluya buyur etti. Buradan küçük mozaik taşlarla süslü süslü iç avluya geçtik, boya tenekeleri, ve molozlara arasında yürüdük. Solumuzda sarı badanalı Kocamustafapaşa'daki Sümbül Efendi Türbesini andıran Murat Reis’in türbesi vardı. Türbenin yeşil boyalı kapısına kilit vurulmuştu ve bakıcı da anahtar olmadığı için içeri girip ziyaret edemedik. Aynı şekilde cami de onarım gerekçesiyle ziyaretçilere kapalıydı.
Caminin girişindeki avlu her ne kadar bakımsız olsa da yeni badana edilmiş beyaz sütunları, yerdeki mozaikleri ve etraftaki içindeki çiçekler kurumuş tek tük saksıları ile, eskiden güzel bir yer olduğu izlenimini veriyor du. Rodos arasında hayatının iki yılını geçirmiş İngiliz yazar Lawrence Durrell Murat Reis caminin avlusunu ve mezarlığını Greek World adlı eserinde şöyle anlatır :
“Rodos savaş sonrası Murat Reisin kutsal bahçesinde kilitlenmiş, en güzel günlerimi geçirdiğim yerdi. Aslında yaşadığım yer o kadar güzel ve sessiz bir Türk mezarlığıydı ki, çoğu zaman burada ölüp, bu şekillerden birinin içine kapatılmayı hayal ediyordum.”
Avludan çıktık mezarlıkların olduğu arka bahçeye doğru yürüdük. Burada çınar ağaçları altında yüzün üstünde çogu kavuklu beyaz renkli eski mezar taşları vardı. Mezar taşlarının çoğunun çevresi beton tuğlalar ile çevrilmişti. Mezarlığın arka tarafına doğru gittikçe bakımsızlık artıyor yerlerde taş kırıkları görünüyordu. Gene burada binaları düştü düşecek harap iki türbe vardı. Kapısı ve pencereleri olmayan bu türbelerin birinde içi boş etrafı bir kayışla korumaya alınmış bir lahit mezar vardı. Kimbilir bu katafalk hangi Türk büyüğüne aitti, eski Türkçe bilmediğimiz için üstündeki yazıyı okuyamadık. Bizi içeriye sokan bey Rodos'ta doğmuş, İstanbul’da yaşayan eski bir Rodos’lu idi. Her sene bu mezarlıkta meftun olan dedesini ziyarete gelirmiş. Bize bu camiye ayrılan onarım paralarının suistimal edildiğinden, burada yaşayan etnik Türklerin konuya sırt çevirdiğin den üzüntü ile bahsetti. Dedesinin kabrini ziyaret ettikten sonra kendisiyle vedalaştık ve buruk duygular içinde Murat Reis’in külliyesinden ayrıldık.
HAFIZ AHMET AĞA KÜTÜPHANESİ
HAFIZ AHMET AGA KUTUPHANESI AVLU KAPISI
KUTUPHANENIN AVLUSU
Rodostaki restoran maceramızı daha sonra anlatacağız. Yemekten sonra Hipokrat meydanından aşağıya, çarşı içinde yürümeye başladık. Çarşının sonuna limana doğru yaklaştığımız sırada, taş duvarlar içinde üzerinde eski Türkçe bir yazıt olan bakımlı ahşap bir kapı dikkatimizi çekti. Kapının bir kanadı açıktı ve içerde yeşillikler içinde bir avlu görünüyordu. Merakla kapının yanında duvarın üstündeki yazıyı okuduk:
ΚΆΛΏΣ HPΘATE ΣTH BIBΛΙOΘHKH TOϒ HAΦΙZ AXMENT ATA (1793)
WELCOME TO THE LIBRARY OF HAFIZ AHMED AGHA ( Est 1793)
HAFIZ AHMET AĞA KÜTÜPHANESİNE HOŞGELDİNİZ (1793)
Gene duvardaki Fransızca bir yazıda
BIBLIOTHÈQUE MUSULMANE de HAFIZ AHMED AGA
deniyordu.
Kapıdan içeriye doğru yürüdük, sanki çöl ortasında bir vahaya girmiştik. Avlunun iki köşesinde iki büyük kauçuk ağacı vardı . Ağaçların dipleri saksılar ile adeta bir çembere alınmış, güller, begonyalar, kasımpatılar ile süslenmişti . Ağaçların birinin altında ,demir kapağının üstünde çok büyük bir saksı olan kör bir kuyu vardı. Kuyunun ağacın dallarına doğru yukarıya kaldırılmış su bakracını çekme mekanizmasının üzerinde kasap çengellerine benzeyen çelik çengeller asılıydı. Diğer ağacın arkasında müştemilat binasına benzeyen küçük bir taş bina ve hemen yanında bir hayrat çeşmesi vardı. Küçük binanın saçak altında, kütüphanenin tarihi ile ilgili çerçeveli resimler asılıydı. Gene burada ziyaretçilerin oturması için sedirler ve hasır koltuklar konulmuştu. Avlunun arka bölümünde iki katlı taş bir bina olan Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi bulunuyordu. Dış revakı gri bir mermerden yapılmış, tahta oymacılığı dikkati çeken ahşap kapıya yarım daire şeklindeki beş taş basamakla çıkılıyordu. Üst kattaki pencereler Osmanlı evlerine özgü kafeslerle kapalıydı.
KUTUPHANE GIRISI
AVLU
OYMALI TAHTA KAPININ ICTEN GORUNUSU
İçeriye girdik. Sanki Aşiyan müzesi'nin ya da Küçüksu Kasrı’nın bir odasındaydık. Salonun hemen girişinde dört iskemleli uzun antika bir masa vardı. Duvarlar hat sanatının örnekleri en güzel yazıtlarla süslenmişti. Kubbeli tavandan şamdanlarında beyaz mumlar olan bir avize sallanıyordu. Odanın köşelerinde camekanlar içinde tarihi kitap ve kuranlar sergilenmişti. Salonun arka bölümünde tahta çerçeveler içinde, camekanlı oda içinde koca bir kutu oda vardı. Belliki çok kıymetli tarihi eserler bu cam kutuya benzeyen odadaki kitaplıklarda korunuyordu ve odanın camlı kapısı kilitliydi. Kütüphaneyi gezdikten sonra arka bahçeye doğru uzanan binayı dışarıdan gezdik. Kütüphanenin dış duvarları eski bakraçlar, kazanlar ve rengarenk çiçek saksıları ile bezenmişti. En sonunda tekrar avluya geldik ve iki katli küçük müştemilat binasında oturan ve bir Türk görevli ile sohbet edip Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesinin tarihi ve işletilmesi ile ilgili bilgiler aldık.
Hafız Ahmet Ağa Rodos'un Uzgur köyünde varlıklı bir ailenin oğlu olarak 18, yüzyılın ortalarında doğmuş. III. Selim zamanında saraya girerek burada eğitilmiş ve Padişahın Rikabdar-ı Şehriyanlığına* kadar yükselmiş. 1789 da emekli olduktan sonra tekrar göreve çağrılacak her yıl Mekke Şerifine padişah tarafından yollanan hediyeleri taşıyan kafileye başkanlık etmiş. Ve bu yolculuklar sırasında 1800 ile 1802 yılları arasında vefat etmiş.
Doğduğu yere bir eser bırakmak isteyen Hafız Ahmet Ağa 1793 yılında Rodos'ta kurduğu kütüphanede İslam alemi ile ilgili eski bilim kitaplarını toplamış ve kütüphane de çalışanlara, kitapları okumak için gerekli Arapçayı öğretmeleri için ayrıca ödemeler yapmış. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesinde yer alan kütüphane de bugün 1526 el yazması kitap bulunuyor. Bunların içinde en değerlileri içinde : 1540 tarihli bir kuran, 1522 de Rodos'un fethini anlatan bir el yazması kitap ve minyatürler bulunuyor. Duvarlarında ise birçok eski harita ve hat yazısı var.
Kütüphane 1840 yılında Ahmet Ağa'nın oğlu Fethi Paşa tarafından kurulan vakıf ile hayatını sürdürmüş. Günümüzde ise Yusuf Kıbrıslı ve Fethi Paşa’nın torununun torunu Cengiz Argeşo adlı beyler tarafından idare edilmekte. Vakfın çarşı içinde dükkanları var, hatta buradaki saat kulesinin mülkiyeti de vakfa ait.
Bu bilgileri kütüphane görevlisinden aldıktan ve huzurlu ortamda biraz dinlendikten sonra tekrar çarşıya çıktık ve limana doğru yola koyulduk.
* Padişahın atının üzengisini ve eğerini tutan çok yetkili yardımcı