İstanbul Mimarlar odasından gelen bir e-mail inanılması güç bir haber veriyor. Istanbul'un o ünlü Haydarpaşa Garı halka kapatılıp, burada yapılacak Dünya Ticaret Merkezinin bir parçası olacakmış.
IMF’ ye borç ödeme paketi için gerekli bu ticaret merkezine, yedi tane gökdelen dikilince borçlarımızı kolayca ödeyecekmişiz. Yazıda, kısa vadeli çıkarlar için milli kültürümüzün talan edilmesine karşı bütün duyarlı kişiler mücadeleye çağrılıyor.
Haydarpaşa İstasyonu 1900 lerin başında Almanlar tarafından Barok stilinde yapılmış heybetli bir bina. En büyük özelliği aynı zamanda hem bir tren istasyonu hemde vapur iskelesi olması. Belk ide dünyadaki böyle tek gar-iskele. Binanın iki tarafinda iki büyük kule, tam cephesinde de koca bir saat. Bu haliyle Haydarpaşa, Londradaki "Big Ben" gibi şehrin bir simgesi olmuş.
Eski Türk filimlerinde, Anadoludan tahta bavullarla İstanbula gelen filim kahramanı, İstanbulun silüetini ilk buradan görürdü. Filim kahramanı trenden inip, o New Yorktaki Central Station'u andıran garı geçtimi denize dogru inen basamakların önünde İstanbulun muhteşem silüetini görür ve hayran kalırdı. Tam karşıda, mendireğin arkasında Sarayburnu, Ayasofya ve, Sultanahmet camilerinin minareleri ve Topkapı Sarayı. Daha sağda Karaköy tarafı, Galata kulesinin belli belirsiz silüeti. Solunuzda Kadiköy iskelesi ve buraya yolcu taşıyan kayıkçılar. En sağda denizin ortasında beyaz bir inci gibi Istanbul’un diğer bir simgesi; Kız Kulesi.
Bir karikatürde görmüştüm, ramazanda Anadoludan Haydarpaşa’ya gelen vatandaş, merdivenlerin üstünde hayran hayran İstanbulu seyreder. Hava kararmıştır ve karşı yakadaki camilerin şerefeleri arasında kandillerle yazılmış;
" Hoş Geldin" yazısını görür.
“ Vay canına, taşı toprağı altın koca İstanbul, benim geleceğimi bile biliyor.”
der.
Merdivenlerin altında o çocukluğumuzdan kalma eski vapur iskelesi. İskelenin ön cephesi mavili, yeşilli çiçek motifli çinilerle kaplı. Vapur’un iskeleye toslamasını yumuşatan koca koca araba lastikleri, dubaların arasına sıra sıra dizilmiş. İskelenin giriş kısmında ilk defa 1960 larda kurulan turnikeler ve hemen yanında küçük bir gişe. Gişeden alacağınız jetonla on dakikada bir kıtadan öbürüne geçersiniz. Merdivenle iskele arasında şimdilerde taksilerin beklediği yerde, arka arkaya sıralanmış müşteri bekleyen bir kaç fayton. Denize inen merdivenlerin altında , Kadiköy'e götürecekleri müşterileri bekleyen kalyoncular. Ve yüzyıldır kıyafetleri değişse bile uğraşıları, çabaları değişmeyen o İstanbulun insanları. İşe giden memur, esnaf, karşı taraftaki liselerde okuyan öğrenciler, askerler, çocuklu kadınlar, gençler, ihtiyarlar. Hep bir telaş, hep bir koşuşma.
Anadolunun, İstanbul’a kavuştuğu ve en az yüz kusur yıldır halkın iki kıta arasında geçiş yaptığı bu bölgeyi ve Haydarpaşa İstasyonunu, orada yaşayan insanlarımıza kapamaya kimsenin hakkı yok. Biz Türkler hem tarihimizle övünürüz hemde onun kıymetini bilmeyiz. Siz İngilterede "Victoria Station"ın bir ticaret merkezi haline dönüştüreleceğini düşünebilirmisiniz ? Eminim kurulduğundan beri bir peronun yeri bile değiştirilmemiştir. Ama Victoria Station sanki dün yapılmış gibi bakımlıdır. Bizim Haydarpaşanın ise yer yer sıvaları dökülmüş, damındaki kiremitler aktarılmayı bekler hep.
Bence Haydarpaşa ve çevresi, Selimiye Kışlası ile, Haydarpaşa Lisesi (Bugünkü MarmaraÜniversitesi) ile, Kırım İngiliz mezarlığı ile ve Rıhtım Caddesindeki cami ve diğer tarihi binaları ile, koruma altına alınması gereken bir tarih merkezi. Ticaret merkezi yapılacaksa, şehrin büyümeside göz önüne alınarak banliyölere kaydırılabilir. Örneğin Pendik, Gebze bölgesi hem arazi hemde Sabiha Gökçen Hava Alanına yakınlığı dolayısı ile uygun olabilir.
Ben buradan bütün İstanbul ve tarih severlere ve tüm sivil toplum kuruluşlarına sesleniyorum. Haydarpaşa'nın halka kapanmasına ve buranın gökdelenler arasında kalmış eski bir bibloya dönüşmesine asla müsade etmeyelim. Eger bugün buna olur dersek yarın Sultan Ahmet Meydanında gök delenleri göreceğimiz gün yakındır.
Cem Özmeral
6 Haziran 2005
Columbus, Ohio
SULTAN AHMET 2012, YORUMSUZ
Yukarıdaki yazıyı bundan yedi yıl önce yazmıştım. O günden bugüne neler değişti ? Müneccimbaşı değiliz ama yazının altında göreceğiniz fotoğraftaki gibi Sultan Ahmet Camiinin arka planında gökdelenler yükselmiş. Buna da alışırız herhalde, nasıl Dolmabahçe camiinin arkasındaki o çirkin gök kafese alıştığımız gibi. Adalar’a gidiyorum, taa oradan Çiftehavuzlardaki mahallemin ortasına oturtulanTOKİ’nin üç gökdelenini görüyorum. Tarihi Yarımada’ya, mahallelerin ortasına sırık gibi beton yığınları çakılıyor durmadan. Yakında Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Galata Kulesi gibi İstanbulun simgeleri Minyatür İstanbul’daki maketler gibi, Güliverin cüceler ülkesindeki görüntülerine bürünürlerse şaşmayalım.
Haydarpaşaya gelince, gar bölümü dün Eskişehir’e giden trenlere kapatıldı, yakında da Banliyö trenleri durdurulacak. Marmaray alt geçit ve hızlı tren projesi ile Haydarpaşa gar fonksiyonunu büyük ölçüde yitirmiş olacakmış. İmar planına göre tarihi gar “ kültürel tesis ve konaklama alanı olarak ayrılmış. Binanın giriş bölümü demiryolu hizmetlerine ayrılmış, üst katlar ise TCDD ofisleri, müze, konser salonu, sergi ve kültürel tesis ve konaklama olarak hizmet verecekmiş. Projenin sevindirici tarafı yedi gökdelenli projenin tamamen masadan kaldırıldığı ve kat sayısının Haydarpaşa garının yüksekliği ile ve en fazla dört katla sınırlandırılalacağı. Temennimiz Haydarpaşa Garının kültürel ve müze bölümlerinin geniş tutulması ve ticari kazanç sağlamak amacı ile lüks restoranlardan kaçınılması. Bu konuda size birkaç örnek vermek isterim. Geçenlerde Boston, da JFK Library’sini gezdim. Library değince kütüphane anlaşılmasın, burası sinema salonu ile, içindeki nostaljik sergi ve eşyaları ile Başkan Kennedy’nin hayatının her safhasını size yaşatan bir müze. Boston limanının bir köşesinde son derece modern bir yapı. İçinde bir hediye dükkanı ve belki de en fazla kırk kişiyi alacak bir kafeteryası var. Paris’de Louvre müzesi, Eifel Kulesi, ve bizde olacağı gibi tren istasyonundan dönüştürülen Musee d’Orsay’in hepsinde mütevazi kafeteryalar veya ayakta bir şeyler atıştırilacak yerler var. Ama İstanbulda Galata Kulesinde lüks restorant, Kız Kulesinde lüks restoran ve sonra boş masalar.
Umarız Haydarpaşa ve çevresi yeniden düzenlenirken Selimiye Kışlası, Marmara Üniversitesi, Kırım İngiliz mezarlığı gibi tarihi dokular bir pedestal’ın üstüne konulmuş gibi korunur ve teşhir edilir. Haydarpaşa sınırlıda olsa tren yolcularına, örneğin bir Orient Expres’e gar görevi yapar, vapur iskelesine Şehir Hatları Vapurları yanaşmaya devam eder. Çevre de turistlerin ve bölgede yaşayanların her türlü ihtiyaçlarına cevap verecek bir şekilde düzenlenir. Bütün bunları belirtikten sonra gelin isterseniz biraz da Haydarpaşa nostaljisi yapalım ve onun tarihinden ve bizim eskiden gördüklerimizden biraz bahsedelim.
HAYDARPAŞA VE BANLİYÖ TRENLERİ NOSTALJİSİ
HAYDARPAŞA VE BANLIYÖ TRENLERİ ÖZLEDİĞİM İSTANBUL CEM ÖZMERAL, 18 KASM 2001
Banliyö trenlerinin başlangıç noktası Haydarpaşa Tren İstasyonudur. Aslında buraya Haydarpaşa Vapur İskelesi de denir. Avrupalıların son yüzyılda hayallerini çokça giren ve filmlerine konu olan Orient Express Londradaki Victoria Stationdan yola çıkar, Dover de Feribot servisi ile Fransa kıyılarına geçip, Sirkeci garına kadar gelirdi. Buradan bu sefer, Haydarpaşa-Kadıköy vapuru ile Anadolu tarafına geçilirdi. Yolculuğun bundan sonrası Tahran ve daha ötesine idi ki, kara trenle bu kısım hiçte filmlerdeki Orient Express’e benzemezdi.
Haydarpaşa İstasyonu, bilhassa denizden çok heybetli bir görünüşe sahiptir. 1900 lerin başlarında Almanlar tarafından yaptırılan bu Barok tipi bina, uzaklardan okunan saati ve kuleleri ile adeta İstanbul’un “Big Ben”idir. 1950li yıllarda vapur iskelesinden çıktınız mı, tren istasyonuna çıkan merdivenlerin önünde atlı fayton arabalar bulunurdu. Bunlar hali vakti yerinde müşterilerin Kadıköy’e gitmek için tercih ettiği özel taksiler gibiydi. Eğer dolmuşu tercih ediyorsanız, o zaman iskelenin hemen yanındaki kayıkçılar küçük bir ücret karşılığı sizi Kadıköy’e taşırdı.
Geçen yüzyılın başında Haydarpaşa-Bostancı hattındaki semtler, İstanbulluların yaz tatillerini geçirdikleri , güzel yalıların,köşk ve bahçelerin, Marmara Denizinin masmavi sularına yakın yerlerine öbek öbek serpiştirilmiş bir görünümdeydi. Bu yıllarda ben ortaokulda okuyan bir yatılı mektep öğrencisi idim ve hafta sonları Küçükyalı’da dayımın evine hep banliyö trenleri ile giderdim. Yol boyunca durduğumuz her tren istasyonu , sanki isimleri ile kuruldukları günleri anlatır ve o günlerden tablolar çizerlerdi:
Söğütlüçeşme,Feneryolu,Kızıltoprak,Göztepe,Erenköy, Suadiye, Bostancı,Küçükyalı. Bu semtler içinde en güzel köşkler, Erenköy, Suadiye ve Bostancı taraflarındaydı. Tren yolu bugunkü Bağdat caddesinin arkasından gittiğinden deniz pek görünmezdi. Denize en yakın olduğu yer Bostancı İstasyonudur, çünkü hemen yakınında Bostancı Vapur iskelesi vardır. Tren Bostancı’yı geçip Küçükyalı’ya gelmeden, küçük bir kır gazinosunun bulunduğu Çamlık burnundan kıvrılınca, Marmara Denizi bir an için bile olsa kendini gösterir, sonra gene kaybolurdu. Küçükyalı bu semtler içinde en son kurulanı idi ve burada eski köşkler bulunmazdı. Yeni çıkan beton apartmanların o zamanki tek katlı ve iki katlı ilk örnekleri, yazlık yalılar şeklinde önce burada yapılmıştır. Küçükyalı’dan sonra Banliyö trenleri Pendik’e kadar devam eder. Ancak bu devirlerde ; İdealtepe, Süreyya Plajı,İçmeler, kartal, Maltepe gibi yerler çoğunlukla kırsal alanlardır.
OKUYUCU MEKTUPLARI İLE KÜÇÜKYALI'NIN ÖTESİ
Süreyya plajındaki deniz kızı heykelini hatırlarım. Yunus'ta çimento fabrikasında tren hattının üzerinden geçen teleferiğe benzer bir maden taşıma hattı vardı. Kartal'a genellikle ya kiliseye, ya da Yakacığa çıkmak için gidilirdi. Pendik'te ise deniz kenarında balık yenir, sonra da tepelerde zeytinlikler arasında dolaşmaya çıkılırdı. Dönüş trenine binmeden’de adını unuttuğum bir pastaneden rende hindistan cevizine batırılmış "prenses" adında bir pasta alınırdı, trene varıncaya kadar ağzım burnum kremaya bulanmış olurdu. Pendik ötesinde ise Tuzla, Kaynarca adında ıssız yerler vardı, bugün hep tersaneler dolmuş oraya...............
Ara Kebapçıoğlu Paris 3 Şubat, 2012
TREN'DEN CAMLIK Photo courtesy of Ara Kebapcioglu
Banliyö trenlerinin eskiden ( 1971 e kadar yanılmıyorsam ) Pendik'e kadar düzenli seferleri vardı ama Tuzla'ya kadar olanlar saat 6 dan sonra çok seyrek olarak kalkarlardı. Ben o zamanlar Güzelyalı'da ( Kaynarca'dan sonraki istasyon ) otuyordum, eğer osaate kadar trene binemezsem saatlerce Tuzla trenini beklediğimi hatırlıyorum. Biryere gidince geri dönmek beni çok zorlardı bu yüzden. Ne günlermiş değil mi? Kaynarca, Güzelyalı, İçmeler ve de tabi Tuzla o zamanlar denize kıyısı olan en güzel yerlerdi. Bizim Güzelyalı'da bir motelimiz vardı, yazları ben tabi orada geçirirdim. Sabahtan akşama kadar o dibi şıkır şıkr gözüken tertemiz denizde günlerimiz geçerdi. Yazları Ankara'dan gelen yaz arkadaşları ile.....
Güzin Tangör İstanbul 3 Şubat 2012
HAYDARPAŞA DÜN VE BUGÜN
1872 YILINDA YAPILAN ILK GAR
ATATURK ANKARA'DAN GELIYOR
Bugün garın bulunduğu alan Sultan III Selim zamanında adını onun vezirlerinden Haydarpaşa’dan alan büyük bir mesire yeri imiş. Haydarpaşa çayırında bugün silolarının bulunduğu yerde denize kavuşan bir dere varmış. Bu derenin etrafındaki yeşil çayırlar güzel havalarda civardan faytonlarla gelen feraceli hanımlar, küçük çocuklar ve onları uzaktan seyreden fesli beylerle dolu olurmuş. Burada genç katipler “Üsküdar’a giderken” türküsünde anlatıldığı gibi genç bayanların arkalarında bıraktıkları işlemeli ve esanslı mendilleri toplar, onlarla kıyıda köşede gizlice mektup değiştirir ve kaçamak bir bakış için bazen saatlerce beklerlermiş.
Gene bu bölgede Sultan II Mahmut’un yazlık köşkü varmış ve birçok şehzadenin sünnet düğünü ve Abdülhamitin kız kardeşi Adile Sultanın düğünü de burada yapılmış. Haydarpaşa çayırının bir başka görevi de Anadolu’ya geçecek Osmanlı askerlerinin toplanma yeri olmasıymış. Ama Haydarpaşa Çayırı bütün bu işlevlerini 1872 yılında İzmit tren yolunun açılmasıyla kaybetmeye başlamış.
Bugün altından trenlerin geçtiği köprünün civarına o zamanlar bugünkü gardan çok daha küçük bir İstasyon binası yapılmış. Hemen önüne de Kadıköy sahiline bakan kıyıya vapurların ve takaların yanaşması için, küçük bir iskele inşa edilmiş. Ama zamanla iş büyümüş, Almanların teşvikiyle İzmit’e kadar giden dört beş vagonluk katarların yerine Bağdata kadar gidecek demir yolu ağı yapımına başlanmış. Artık yolcular ve yük Almanya’dan trenle Sirkeciye gelecek buradan da mavnalarla Haydarpaşa’ya getirilecekmiş. Alman Holzman firması öncelikle deniz yoluyla buraya gelecek mal ve canı korumak için tarihi yarımadaya bakan sahilin biraz ilerisine bir dalgakıran inşa etmiş. Altı yüz metrelik mendireğin ortasına Sultan Abdülhamit’in tuğrası ve bir kitabe, iki tarafına da görkemli birer fener konulmuş. Sonra da 1906 yılında, denize yirmi bir metre boyunda tam yedi bin yüz kazık çakılmış. Kazıkların üstüne önce Hereke’den getirilen granit taşlarından temel konulmuş sonrada arkaya doğru u şeklinde genişleyen binanın gövdesi çıkmış. Neo- Rönesans üslubundaki binanın projesi Otta Ritter ve Helmuth Conu adlı iki Alman mimarına ait olup taş işlemelerini İtalyan heykeltıraşları, rengarenk vitreyleri ise O.Linneman adlı bir sanatkar tarafından yapılmış. En sonunda da binanın çatısına külahlı iki kule ve ikisinin ortasına da kocaman bir saat konulmuş. İki yıl süren inşaat 1908 yılının Ağustosunda hizmete girmiş.
İKİ YANGIN
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye Almanya ile müttefiktir. Haydarpaşa İstasyonunda Suriye’ye gidecek askerler, levazımat ve cephane vagonlara yüklenmiş bir sonbahar günü kalkış saatini beklemektedir. O gün, yani 6 Eylül 1917 saat öğleden sonra üç suları korkunç bir patlama sesi duyuluyor. Kadiköydeki sahildeki evlerin camlarını kıracak şiddeteki bu patlamayı bir dakika içinde ikinci ve daha korkunç bir patlama izliyor. Ve sonra daha küçük artçı patlamalar. Haydarpaşa Garı alevler içinde yanmaktadır ve kara dumanlar Avrupa yakasından da görülmektedir. Yangında mal kaybı büyüktür, nevar ki Almanların sansürüyle gazeteler can kaybını çok az gibi gösterirler. Ama görünen köy kılavuz istemez, gar binasının hasarı büyüktür, özelikle çatı tamamen yanmış, her iki kulede yanıp kül olmuştur. Yangının bir kazamı yoksa sabotaj mı olduğu hiç bir zaman ortaya çıkmayacaktır. Ama çeşitli varsayımlar içinde en fazla ağırlık kazanan George Mann isimli Fransız casusu bir Alman’ın, kundakçı olmasa bile bu yangını organize ettiğidir. Olaydan şüphelenen Baha Özler’in anlattığına göre* Cağaloğlundan patlamayı duyan Mann, bir tekneye atladığı gibi Haydarpaşa’ya gelmiş ve devam eden yangının yaptığı hasarın resimlerini çekmiştir. Baha Özler harp bittikten sonraki yıllarda bir gece bir barda Mann’a rastlamış ve onunla içki içerek sohbet etmiştir. Burada garip olan harpten sonra bütün Almanlar tutuklanırken, bir zamanlar Harbiye Nezaretine elini kolunu sallayarak giren ve kimsenin görevini bilmediği bu adamın, hala İstanbul’da kaygısızca yaşamasıdır.
Haydarpaşa garının onarımı harp yılları ve ileriki yıllarda, yeni Cumhuriyetin kasasının tam takır olması dolayısıyla uzun yıllar ertelenir. Sonunda yangından tam on altı yıl sonra Cumhuriyetin onuncu yıl dönümünde restorasyon biter ve gar tüm hizmetleri ile tekrar kullanıma açılır. Bu yıllarda Atatürk ve Birinci TBMM milletvekilleri Ankara -İstanbul tren yolculuğunu çok uzun süren kara yoluna hep tercih ederler.
Bu yangından sonra uzun yıllar olaysız bir yaşam süren Haydarpaşa Garı 2010 yılının Kasım ayında bir defa daha büyük bir yangına sahne oldu. Binanın çatı katında yapılan onarımlar sırasında çıkan yangında çatının büyük bir kısmı ve kuleler büyük hasara uğradı. Denizden ve karadan yapılan itfaiye çalışmaları sonucunda yangın iki buçuk saat içesinde can kaybı olmadan söndürüldü. Yangının çıkış nedeni hala tartışılıyor. Binanın cephesindeki büyük saat de zaman bir kere daha durmuş : yangının çıktığı saat 3 :18’i gösteriyor.
1917 YANGINI
2010 YANGINI
HAYDARPAŞA- BUGÜN( 2012)
Son yangından tam bir yıl sonra Ekim 2011 in son günlerinde İstanbul’a geldim. Geldiğimin ertesi günüde gezilerime başlamak üzere Kadıköy’e indim. İlk durağım Haydarpaşadaki Kırım Mezarlığı. Sahilden kıyı kıyı ilk İstasyon binasının olduğu yerden geçerek Haydarpaşa garına yürüdüm. Yan taraftaki merdivenlerden çıkarak peronların olduğu yere çıktım. İki numaralı peronda mavili beyazlı vagonları ile bir banliyö treni duruyordu. Trenden inen yolcuların arasına karışarak istasyonun iç kısmına geçtim. Bir müddet gişelerin önündeki banklarda oturarak gideceğim yerlerin haritasını inceledim. Sonra kalktım resim çeke çeke dışarıya çıktım.Doksan beş senedir ben dahil milyonlarca insanın indiği merdivenlerden deniz kıyısına, iskelenin yanına indim. Haydarpaşa Garının çatısında son yangının izleri hala okunuyordu. Deniz kenarına konmuş emektar lokomotif bana sanki oyuncak bir maket gibi geldi. Eskiden bindiğimiz trenlerin lokomotifleri sanki daha bir kara, daha bir büyük ve kirliydi. Deniz kıyısında iskeleye yanaşan vapurun , etrafında uçuşan martıların fotoğraflarını çektim. Ne gözüme trenin kara kurumları kaçtı, nede vapurun düdüğü duyuluyordu artık. O Haydarpaşa artık çok eskilerde kalmıştı.
Cem Özmeral 4 Şubat, 2012 Dublin Ohio
KAYNAKÇA
*Necdet Cevahir, Haydarpaşa Faciası, wow.turkiye.com *www.hayalleme.com Yitip giden İstanbul, Önder Kaya, Timaş Yayınları 2011 İstanbul Özlediğim İstanbul, Cem Özmeral 2002 Eskişehir