İstanbul bir dereler ve tepeler kenti. O nedenle istanbullite portalımda yüzlerce İstanbul yazısının bir bölümünü Dere Tepe İstanbul başlığı adı altında toplamıştım. İstanbul’un yedi tepesini, onların üzerindeki Roma’dan Bizans’a, Osmanlı’dan Cumhuriyet devrine kadar olan tarihi yapıları, sunakları, mabetleri ve camileri binlerce kere yazdım. Ama bir de İstanbul’un dereleri var, bugün çoğu artık kentin altından akan, doğal yapıları ve mecraları değiştirilmiş hayat damarları. Bu yazı onlarla ilgili bir derleme.
Nehir, akarsu, çay, dere; büyüğünden küçüğüne, menbalarından çıkıp yeşil vadilerin içinde akarak, yağmur suları ile beslenerek giden ve sonunda mansabında mavi denizler ve göllere kavuşan sulara verdiğimiz adlar. İstanbul’un en büyük özelliği de menbaı dağlarda değil, iki büyük denizde olan, Boğaz dediğimiz büyük nehrin içinden geçmesi. Bosphorus adıyla bilinen bu doğal su kanalı antik adı Pontus olan Karadenizi, Marmara ve Ege denizlerinin taşeronluğu ile Mare İnternum dedikleri Akdeniz’e bağlıyor. Bağlarken de iki ana karayı birbirinden ayırıp iki kıtaya sınır çiziyor. On Beşinci yüzyıl sonlarında doğmuş, Sultan Süleyman devrinde yaşamış ünlü Fransız yazar, seyyah ve bilgin Petrus Gyllius, De Bosporo Thracio adlı eserinde "Karadenizin Anahtarı" dediği Boğaz’ın 30 kadar deresi olduğunu, bu derelerin 50 kadar vadiden akarak 30 koyda Boğazın sularına karıştığını yazmış.
Biz bugün bu derelerin çoğunun adlarını bile bilmiyoruz. Son Yüzyılda sanayileşmenin sonucu yeni fabrikaların kurulması ve bunların atıkları, kentlere olan göçler neticesinde plansız kurulan yerleşim yerlerinin getirdiği kirlilikler, Boğaz köprülerinin yapılması ile şehrin vadi ve tepelerinden geçirilen çevre yollarının neden olduğu tahribat , İstanbul'un akarsularının doğal mecralarındanı değiştirdiği gibi onların görsel güzelliğini de ortadan kaldırdı. Oysa bu dereler ve sular İstanbul’un var oluşundan beri balıkçılık, bahçecilik, ulaşım ve en önemlisi insanların temiz havada sevdikleri ile hoş vakit geçireceği mesire yerleri olarak kullanılıyordu.
İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Ana Bilim dalından Hülya Dinç, Fulin Bölen’in 2014 yılında yaptığı İstanbul Derelerinin Fiziki Yapısı adlı araştırmaya göre bugün Boğaziçi, Marmara ve Haliç’e dökülen 106 dere vardır. Bu derelerden ancak yüzde 15'i doğal yapısını koruyor, yüzde 85’i ise 1950 lerden sonra başlayan sanayileşmenin ve süratli şehirleşmenin getirdiği nedenlerle doğallığını kaybetmişler. Bugün hala doğal olan ama bu niteliğini kaybetme tehlikesi altında olan derelere örnek; Göksu , Küçüksu ve Karadeniz’e dökülen Riva nehirleridir. Rhebas antik adıyla bilinen ünlü Riva nehri civarının imara açılmış olması bu tehlikenin en belirgin işaretidir.
Goksu Deresinin Bogaz'a acilisi 2014
Goksu Deresi dogal yesikler icinde 2010
Photos Cem Ozmeral by İstanbullite, 2010
DOĞALLIĞINI KAYBEDENLER: KURBAĞALI DERE VE KAĞITHANE DERESİ
Doğallığını yitiren nehirleri ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan bir bölümü inşaat mühendislerinin açık kesit sistem dedikleri, nehir mecrasının profil taş ya da betonarme bloklar içinden geçirip denize akışının sağlandığı derelerdir. Bunun bugünkü örnekleri Kadıköy'ün ünlü Kurbağalıderesi ve eski İstanbul gravürlerinde sandallar içinde, ellerinde şemsiyeli, yüzü peçeli hanımların mesireye gittiği Kağıthane deresidir. Kurbağalı derenin büyük bölümü betonarme yatak içinde açık istemde akar. Kağıthane deresi de yer yer doğal akışında, büyük bölümünde ise açık kesit sisteminde akmaktadır. Diğer sistem de bugün üzerinde yaşayan çoğu kişinin bile farkına varmadığı, derenin tümü yuvarlak künkler içinde akan üzeri kapalı sistemdir. Buna da en güzel örnek Ortaköy deresidir.
Kurbağalıdere Kayış Dağlarının eteklerinden doğarak 9 km lik bir yol kateder ve Kalamış koyunda Marmara denizine ulaşır. Bu su yolunun bir bölümü Kadıköy’de 1950 lerden sonra iyice yoğunlaşan yerleşim ve sanayileşme sonucu toprak altında kapalı bir sistem içinde kalmıştır. Dere deniz seviyesine göre daha alçakta olduğu için durgun bir su görünümündedir ve yatağı yerleşim ve iş yerlerinin altında kaldığından kışın şiddetli yağmurla birlikte civarı sık sık su basar. Kanalizasyonların kollektör boruları kırıldığından tüm pislikler dereye akar. Özellikle yaz aylarında etrafa yayılan metan gazı kokusu insanları rahatsız ettiği gibi kahverengi bir renk alan sudaki bakteriler insan sağlığını tehdit eder. Her sene deredeki atıklar temizlenmeye çalışılır ama sorun yapısal ve bir mühendislik sorunu olduğundan bir türlü halledilemez. Bundan yüz-yüzelli yıl önce Kayışdağı’ndaki menbaından çıkıp Kuşdili, Papazın Çayırı gibi yemyeşil alanlardan akarak Marmara'nın mavi sularına kavuşan Kurbağalıdere bugün çoğu yitik bir deredir.
Kurbagalidere Koprusunden Gorunum
Moda Sahil Yolundan Kurbagali dere
Photos Cem Ozmeral by İstanbullite
Bizans devrinde Barbisos diye anılan 12,5 km uzunluğundaki Kağıthane deresi adını Osmanlılar zamanında burada açılan kağıt fabrikasından almış. Kağıthane semti özellikle Lale Devrinde paşaların ve saray zenginlerinin köşklerinin olduğu, atların çayırlarda otladığı, derenin üzerinde kayıklarla gezilen bir mesire yeriymiş. 1730 yılında çıkan Patrona Halil isyanında dere kenarındaki köşklerin çoğu yakılıp yağma ediliyor ve bölge eski önemini kaybediyor. 1950 lerde gittikçe yoğunlaşan göçler sonucu plansızca yapılan inşaatlar ve altyapı eksikleri, sanayileşmenin getirdiği atıklar, derenin ve civarının kirlenmesine ve etrafın pis kokmasına yol açıyor. Bu durum ancak 1990 larda Haliç’de başlayan temizlik çalışmaları ile ve nehir yatağında yapısal değişikliklere giderek gideriliyor.Bugün beyoğlu ilçesinin sınırları içinde olan Kağıthane Deresi Terkos Gölü'nün doğusundaki bir kaynaktan suyunu alıp, Belgrad Ormanları ndaki sularla da karışarak Kemerburgaz'dan geçerek Haliç’e akıyor. Kağıthane Deresi'nin hemen batısındaki tepelerden Haliç'e akan Alibeyköy deresi de adeta onun bir ikiz kardeşi. Her iki dere de bazı bölümlerde, doğal yatakları içinde akarken, büyük bölümde yatakları açık ya da kapalı sistem ile yeniden yapılandırılmış. Bütün bu yeni yataklara rağmen özellikle Alibeyköy deresi kış aylarında taşarak içinden geçtiği yerleşim yerleri ve dükkanlara zarar verebiliyor.
Kagithane Deresi
Kagithane deresinin yagmur baslarken Aziziye Camii önünden görüntüsü
Photo: emlak ansiklopedisi.com 2013
Photo Cem Özmeral by istanbullite 2015
BİZANS'IN YİTİK DERESİ LYKOS VE ORTAKÖY'ÜN YİTİK DERESİ
ORTAKOY DERESI/buyutmek icin tikla
LYKOS (BAYRAMPASA )DERE YATAGI BUGUN ADNAN MENDERES BULVARI
Collage Cem Özmeral by Istanbullite .
Büyük fotoğraf 1957-58 Hilmi Şahenk, mavi hat üstü kapanan derenin geçtiği yol
Üsteki küçük fotoğraf 1944 de nehrin üzeri kapanmadan
Harita 1957 Pertvichin İstanbul Sigorta haritasından
Istanbul’un kayıp nehirleri içinde en eskisi ve bugün tamamen kurumuş olanı, Bayrampaşa vadisi içinde akan Bizans devri'nin ünlü Lykos deresidir. Trakya yönünden gelen Lykos deresi Bizans karasularına Yedikule civarındanki bir kulenin yanından giriyordu. Gözetleme ve suyun kullanımının sağlanması amacı ile yapılan bu su kulesinin olduğu yerleşim yerine ilerde Sulukule adı verilecektir. Doğu- batı yönünde akan Lykos nehri, surlarla çevrili Konstantinopolis kentini tam ortadan bölerek şehrin ana meydanlarından geçiyor ve güneye doğru ani bir kıvrım yaparak Yenikapı’da Thedosiss limanına dökülüyordu. Neolitik dönemde bir bataklık görünümünde olan nehrin mansabı, M.Ö 6000- 5000 yılları arasında deniz sularının yükselip taşması sonucu şekil değiştirmiş ve M.S. 300-400 yılları arası liman olarak kullanılmaya başlanmış. Theodosius limanı 1200 lü yıllarda, nehrin getirdiği çamur ve killi topraklar, denizden gelen çöpler, yerleşim yerlerindeki insan kaynaklı atıklar nedeniyle tamamen dolarak kapanmış. Nehrin yatağı da aynı nedenlerle devamlı değişime uğramış ve 1950 li yıllardaki yıkım ve istimlakler sonrası tümüyle haritadan silinmiş. Bir zamanların Bayrampaşa Deresi’nin yerinde günümüzde Vatan Caddesi ya da şimdiki adıyla Adnan Menderes Bulvarı uzayıp gidiyor.
Bugün tümüyle haritadan silinmiş, yerin altından denize akan o kadar çok dere var ki İstanbul’da. Bunların çoğunun adı üzerlerine yapılan caddelere verilmiş. Ortaköy’deki Dereboyu ve Akar Caddeleri Ortaköy deresinin yatağı üzerine yapılmış. Aynı şekilde Dolapdere caddesi bir zamanlar Tatavla’dan Haliç’e akan Kasımpaşa deresinin, Beşiktaş’taki Ihlamur Caddesi de Ihlamur deresinin üzerlerinden geçiyor. Bu derelerin hemen hepsi 19 yüzyıl ortalarına doğru iyice kirlenmeye başlıyorlar ve 1865 yılındaki kolera salgını sırasında temizlenmeleri ve yataklarının korunması için çalışmalar yapılmaya başlanıyor. Kasımpaşa deresinin üzeri 1925 yılında kapatılıp Dolapdere Caddesine çevriliyor ve vadinin iki tarafına ahşap ve kagir iki üç katlı binalar yapılmaya başlanıyor.. Ortaköy deresinin mecrası ilk olarak Çırağan Sarayı yapıldığında, sarayı ve civarı su baskınlarından korumak için profil taş blokları ile üstü açık olarak korunmaya alınıyor. 1970 yılında Boğaziçi köprüsü yapılırken de üstü tümüyle kapatılıp Dereboyu Caddesine dönüştürülüyor. Bugün Ortaköy Deresi bu caddenin altından, Büyük Mecidiye Camii'nin hemen yanıbaşından, orada yaşayanların bile haberi olmadan Boğaz’a karışıyor. Beşiktaş’ta Ihlamur ve Kasımpaşa dereleri ve birçok eski dere de aynı kaderi paylaşıyorlar.
İstanbul’un Anadolu yakasında da yer altında kalan ya da kısmen insan yapısı yataklarda akan birçok dere var. Kurbağalıdere den sonra bunların en tanınmışı Bostancı’nın Çamaşırcı Deresi. Bu derenin Marmara Denizine döküldüğü yerdeki Bostancıbaşı Köprüsü Osmanlı zamanında İstanbul Vilayetinin il sınırı imiş. Buradaki karakolda padişahın Bostancı Başıları şehre giren ve çıkanı kontrol eder, mürur tezkeresi olmayanı içeri almazlar mış. Bir nevi pasaport ve çalışma izni belgesi olan bu vesika ile şehrin hem güvenliği sağlanır hem de işsiz güçsüz insanların İstanbula girmesi önlenir miş. Bugün de Bostancı Köprüsü Bostancı ve Maltepe ilçelerinin sınırını çiziyor. Çamaşırcı deresinin menbaından köprüye geçene kadar olan bölümü açık kesit sisteminde, yer üstünde ama yerleşim yerlerinin içinden geçiyor. Köprünün altından geçip Marmara'ya giden sular ise doğal akışında ama, yerleşim yerlerinin atıkları ve kanalizasyonların karışımları ile yıllardır insanların sağlığını tehdit ediyor. Hele kurban bayramlarında dere kenarında kesilen kurbanların kanları bu sulara karışınca Çamaşırcı Deresi kokunun yanında çirkin bir görüntüye de sahne oluyor. Bostancı’nın atık suların karıştığı, üzerindeki sokağa adını veren ikinci deresi de Turşucu Deresi dir. Aslında Haydarpaşa’dan Pendik’e kadar tam çoğu kapalı sistemde akan 18* dere vardır ama biz burada Üsküdar’ın adı gene bir sokağa verilmiş bir dere ile yazımızı bitirelim.
Üsküdar ilçesinde yedi kadar eski derenin olduğu bilinir*. Bunların belki de en ünlüleri Çavuş Deresi ve Bülbül Dereleridir. Çamlıca’nın eteklerindeki tepeciklerden kaynağını alan bu iki dere aşağı doğru akarken birleşerek Üsküdar limanına boşalırlardi. Bülbül Deresinin adını nereden aldığı kolayca anlaşılabilir. Çavuş Deresi ise adını Kanuni Sultan Süleyman devrinde yaşayan bir Çavuşbaşı ndan alıyor. Hayrettin Çavuş adlı bu zat Sultanın divandan çıkan hükümlerini uygulamakla, gelen elçilere refakat etmekle ve gelen yabancıların evraklarını kontrol etmekle görevliymiş. Bugün türbesinin olduğu Çavuşbaşı Mahallesinde Bozcaada’dan getirdiği üzüm fidelerini dikip yetiştirdiği ve "Çavuş Üzümü" tabirinin dilimize bu nedenle girdiği rivayet edilir. Bugün üzeri kapalı bir sistemde kanalizasyonlarla denize akan bu iki dere vadilerinin görünümü dışında bütün doğalıklarını yitirmişlerdir.
Dublin, Ohio
May 9, 2020
Corona Days
Dublin, Ohio
References:
Istanbul Boğazı , Petrus Gyllıus , Eren Yayıncılık, Istanbul 2000