TEKFUR SARAYI 2008
Kocamustafapaşa köşkü ve Yedikule zindanlarini *gezdiğimiz gün son duragimizi Tekfur sarayi olarak seçtik. Balattaki bu eski Bizans Sarayini eskiden beri merak ederdim, eh bu kadar yakınında olunca fırsatı kaçırmak istemedim. Çocukluğumda otobüsle çok geçtiğim Kocamustafapaşa Caddesinden , Cerrahpaşaya ,oradanda geçmişten fazla farki olmayan dar sokaklardan önce Millet caddesine ve buradan eski adıyla Vatan Caddesi simdiki adiyla Adnan Menderes Bulvarina çıktık. Solumuzda Menderes, Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun yattığı Anıt Mezar ve hemen yaninda Turgut Özal’in mezarini geçerek Edirnekapi yolu ile Haliç’e, Balat yakinlarina indik.
Sol tarafımızda Altin Boynuzun şimdi temizlenmiş lacivert sularinin üzerinde eski tanidik bir dost, yeni yerini birazda yadırgamış, yapayalniz bize adeta hoş geldin diyordu. Üzerinden yüzyil boyunca milyonlarca İstanbullunun geçtiği eski Galata Köprüsü üzerindeki yük tamamen kalkmış hüzünlü bir emeklilik yaşıyordu sanki. Sağ tarafımızda kiyiya paralel yemyeşil çimlendirilmiş bir park uzanıyordu. Buradan sağımızdaki sokağa saptIk ve önümüze çıkan ilk Balat’lıya Tekfur Sarayının yerini sorduk. Yukari doğru sağa sola sapmadan dimdik en tepeye kadar çıkacaktık, orada buradan minaresi görünen caminin yakinlarinda idi eski Saray. Balat’ı ilk defa görüyordum. Daracik , daracik sokaklarda kimi taş , kimi ahşap eski ve yorgun evler. Kenarda köşede gizlenmiş bir iki kilise, yol kavşağı nda eski bir sebil'in kalintilari, bir iki bakkal dukkani, bir topun peşinden koşan küçük çocuklar.
Yukari tirmandikca ,yolun ikiye ayrıldığı kavşaklar önümüzde beliriyor, bizde hangi yoldan çıkacağımızı şaşırıp, birinde karar kılıyor ve tırmanmaya devam ediyorduk. Sonunda tepenin en üst noktasına eriştik. Yolun kenarinda Theodosian surlarina bitişik Tekfur Sarayinin duvarlari yüzyıllara meydan okurcasina dimdik ayaktaydı. Ama arabadan çıkıp, duvarlarin arkasina geçtiğimizde hayal kırıklığına uğradığımızı söyleyebilirim. Cepheden bakinca anlaşılmıyordu ama, üç katlı Saray duvari adeta bir tiyatro maketi gibi arkasi bomboş bir ceviz kabuğundan başka bir şey değildi. En alt katta dört kubbeli kapi , ikinci katta aynı şekilde beş pencere, en üst katta da yedi kubbeli pencere yan yana sıralanmıştı. En üst kattaki, üçüncü ve dördüncü pencerelerin hemen önünde bir balkonun kalintilari görülüyordu. Duvar tuğla ile örülmüş, pencere üstü beyaz mermerlerle süslenmişti. Binanin yan tarafinda yikilmiş duvarlardan içeri baktik; eskiden belkide mermer olan koca avlu şimdi yeşil çimle ve yabani otlarla kapli bir boşluktan başka bir şey değildi. Eski Sarayin arka duvari boydan boya iskeleler ile kaplanmıştı ve burada bir iki duvarci ustasi duvarların onarımı ile uğraşıyordu. Bu duvarin hemen arkasindaki alanda içinde kimsenin bulunmadığı üç tur otobüsü görünüyordu. Bu tur otobüsleri ya yakınlardaki Kariye müzesine turist getirmiş burayi geçici bir park yeri olarak kullaniyordu, yada burasi onlarin devamli olarak kaldığı bir garaj alani idi.
Yol kenarinda sokağa taşmış küçük bir kahvede , alçak hasir iskemleciklerin üstünde oturmuş tavla atan iki orta yaşlı adama yaklaşıp, Tekfur sarayinin nereye kadar uzandiğini sordum. Onlarda pek bilemediler, "bu gördüğün karasurları boyunca uzanıp gidermiş" dediler. Aslinda Tekfur Sarayi daha büyük Blacharnae sarayinin sadece bir bölümü imiş, "ama bu saraydan günümüze fazla bir şey kalmamış" diye geçiştirip zar atmaya devam ettiler. Sur boyunca biraz yürüdükten sonra tekrar arabayı park ettiğimiz, Sarayin ön cephesine geri geldim. Bülent Dayi, resim çektiğimi görünce, "bak şu balkonuda çek" diye en üst kattaki pencerelerin yanındaki sütun kalıntılarına işaret etti. Eskiden "Tekfur" buradan halka hitap eder, resmi geçitleri seyredermiş" diye ilave etti. Tekfur lakabi nereden mi geliyor? Ermenice "Tagavor" , kral ya da imparator demekmiş. Osmanlıda İstanbulu aldıktan sonra bu tabiri bütün eski Bizans imparatorları için kullanılır olmuş. Tekfur Sarayi, yada diğer adıyla Constantine Porphyrogenitus sarayinin iskeletini seyredip burada eskiden neler olduğunu , neler geçtiğini belkide biraz da hayal ederek , aramizda konuşmaya devam ediyorduk. Iste bir paskalya günü Tekfur Konstantin, bembeyaz bir kefen çarsafi içinde, yüzünüde tebeşirle bir ölüyü andirircasina beyaza boyamiş , balkondan halki selamliyor ve İsa'nın gökyüzüne çıkışını simgeliyor. Sonra mermer avluda ağaçlar altında uzun bir tahta masada bir dolu ruhban bu defa "last supper"** yada "son yemeği" taklid ederek kendilerine ziyafet çekiyorlar. Bazende gene yukarıdaki balkonda, bu defa mor giysiler ve altin takilar icinde muzaffer askerlerini selamlıyor. Zaten Konstantin'in bu sarayina Porphyrogenitus sarayı denmesinin nedeni de , onun bu imparatorluk rengi sayilan " mor'a(mor renge) doğmuş" olmasi degil mi? ***
Osmanlilar zamaninda önce metruk , bomboş bir saray harabesi olarak geçen bir zaman dilimi. Sonra bir bakiyorsunuz avlunun içi filler, parslar ve Avrupalinin o güne kadar hiç görmediği Afrikadan getirilen zürafalarla doluyor. Sonra bu hayvanat bahçesinden de vazgeçiliyor, önceleri bir çira ve kibrit fabrikasi sonrada şişe imalathanesi olarak kullanılıyor eski Saray. 17 yüzyil başlarındayız şimdi, İstanbul'un tüm yosmalari burada toplaniyor.Belkide İstanbul'un ilk resmi genelevi. Bir elli yüz senede böyle geçiyor ve yüzyillar on sekizi gösterirken bu defa burasi İznik'e rakip bir çini atölyesi olarak yeniden açılıyor. Burada yapılan çiniler, özellikle İstanbul Camilerinde değer buluyor. 19 yüzyılla birlikte gene kiracisi değişiyor eski sarayin. Bu defada Osmanli burayi Yahudi göçmenlerinin toplu yaşam alanı olarak belirliyor. Zaten Fener ne kadar Rumlarin yaşadığı bir yerse, Balat da Musevilerin toplandığı bir bölgedir o tarihlerde. Günümüzde ise eski Saray tur otobüslerinin konukladigi bir alan...
Balatın o eski sokaklarindan aşağıya Haliçe doğru inerken işte hep bu eski Bizans Sarayinin geçmişini konuştuk aramızda. Sonra dedik, belki bu Unesco'nun kltür mirası Tekfur Sarayi, 21 yüzyılda onun eski yaşamının her safhasını içeren bir müzeye dönüştürülür. Turist otobüsleri bu defa buraya , Tekfur Sarayın tarihini öğrenmek isteyen turistleri getirir gün boyunca. Belki , dedik, belki....
Cem Özmeral
12 Mayıs, 2008
Dublin, Ohio