Foça’ya 1971 yılında genç bir banka müfettişi iken gelmiştim. İzmir’de Konak meydanındaki ünlü bir bankayı teftiş ediyor, hafta sonları da civardaki tatil beldelerine kaçamak yapıyorduk. O gün gördüğüm Foça’yı hiç unutamadım. Lacivert renkli tertemiz denizi, kumsalları, balıkçı tekneleri , taş evleri ve her şeyden önce sakin ve sade hayat tarzı ile Foça çok özel gelmişti bana. Ufacık Foça da bir ya da iki otel ve birkaç pansiyon vardı. Hafta sonu her yer dolu olduğundan bizi bir otelin teras şeklindeki damına kurulmuş yataklarda misafir ettiler. Önce otelin önünde gökyüzündeki yıldızların deniz suyunun üstündeki yakomozları pırıl pırıl parlattığı denize girmiş, sonra da açık hava da belkide hayatımdaki en güzel uykulardan birini çekmiştim.
Foça’yı tekrar görmek tam 47 yıl sonrası na nasip oldu. Yolculuğu beraber yaptığım İstanbullu arkadaşım Zihni,” neden Foça abi, nerden aklına geldi ? ” deyince, o eski anılarıma anlattım.
Bu son ziyaretimiz de de Foça’yı diğer tatil beldelerine oranla çok daha az değişmiş buldum. Bu yolculuktan birkaç anıyı ve Foça’nın gördüğüm ve duyduğum güzelliklerini aşağıda anlatmaya çalışacağım.
Cem Özmeral
27 Ekim 2018
Dublin, Ohio
Belle” tümcesi , güzel kızları tanımlamak için kullanılan bir isim. Ben de “Yeni Foça- Eski Foça” ayrımı yerine eski Foça’ya Belle Phokaia demeyi uygun buldum. Güzel Foça. Zaten Halikarnaslı ünlü tarihçi Heredot İonların burada kurduğu kent için : “Onlar kentlerini, bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurdular” dememiş mi ?
Foça’nın denizi lacivert bir çivit mavisi ve tertemiz. Kumsallar ve mavi bayraklı plajlar bir kemer gibi kenti kıyıda sarmalamış. Tepelerde ise denize inen dik yamaçlarda tek tük eski değirmenler gözüküyor. Turuncu ve mor begonvillerin damladan pencerelerine sarktığı bazen tek tek bazende bitişik düzende ki taş evler Foça ya özgün yapılar.
Foça da güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek ziyaretçilerin en büyük zevklerinden biri. Biz gün doğuşuna yetişemedik ama kaldığımız Antik Otelin önünden güneşin batışına şahit olduk. Ekim sonu hava biraz bulutlu idi ama bulutların arasından bir görünüp bir kaybolan o bakır renkli tablo olağanüstü güzellikteydi. Kızıl ışınların altında bir balıkçı ufak kayığında ağlarını topluyor, genç iki sevgili iskelede ayaklarını denize uzatmış ele ele, yüz yüze güneşin batışını seyrediyordu. Ben de fincanımdaki Türk kahvesini yudumlayarak bu anın tadını çıkarıyordum. Foça, yazı yazmak, kitap okumak, resim yapmak yürüyüşe çıkmak, balık avlamak , sağlıklı yemekler yemek, sevgilisi ile el ele dolaşmak, güneşin doğuşunu ve batışını izlemek isteyenlerin kenti idi.
Foçan’ın en büyük özelliklerinden belki de birincisi kentin bir balıkçı kasabası olması. Belki de kurulduğu ilk günden beri insanlar burada hayatlarını denizden kazanmışlar. Ege’nin bereketli denizi onlara hep balığın ve deniz mahsülünün en güzelini vermiş :mercan, çipura, levrek, lüfer kefal, mezgit, palamut, barbun, karides, kalamar. Balıkçı heykelinin olduğu kentin meydanı bir yarımay şeklinde Beşkapılar kalesine kadar uzanıyor ve bu kıyı boyunca rengarenk balıkçı tekneleri yan yana sıralanmışlar. Kimi tekneler sabah yakaladıkları balıkları çarşı içindeki Balıkçı pazarına devretmişler, diğerleri de ağlarını toplamış daha denizden yeni çıkmış kıpır kıpır palamutları kovalar içine koyup kıyıya taşıyorlar. Balığın bu kadar bol olduğu yerde balıkçı lokantaları da kıyı boyunca yana yana uzayıp gidiyor. Balıkla birlikte , Ege’nin zengin mutfak kültürü , salatalarıyla, mezeleri ile hemen her lokantanın görsel buzdolaplarında teşhir ediliyor ve müşterilerini bekliyor. Biz öğlen üzeri geldiğimiz için dayanamadık, denizden yeni çıkmış her biri kiloluk birer palamudu satın aldık ve yakındaki bir lokantada pişirterek öğlen yemeğinde kendimiz bir ziyaret çektik.
Antik çağlarda Foça’nın tepelerinde Athena tapınağı varmış. Kentin surları bu tepelerden başlar, bugün hala ayakta olan restore edilmiş Beş Kapılar Surları ile yarımada şeklindeki bölgeyi çevirerek tekrar tepelere varırmış. İleri devirler de Cenevizlilerin idaresinde olan Foça 1455 yılında Osmanlı topraklarına katılıyor.
Surlar Foça meydanı ve balıkçı lokantalarının olduğu noktadan başlıyor ve tam bir daire şeklinde dönerek yarımadayı kucaklıyor. Sur dışından kıyı yolunda başladığımız yerde denize inen kayaların arasında eski bir yazıt dikkatimi çekti. Aşınmış bir kadın büstünün altında
BELLE PHOKAIA yazıyordu. “Güzel Foça”.
Bu taş büst oraya sonradan mı konmuştu. Büstün altındaki taşa kazınmış yazı sonradan mı ve ne zaman yazılmıştı bilemiyoruz, ama Foça’yı gerçekten doğru tanımlıyordu. Gene hemen burada yarım tamir edilmiş bir burcun üstünde bir Türk bayrağı dalgalanıyordu. Buraya dönüş yolumuzda tekrar gelecek ve yasak denilen burç içine izin alarak girecektik. Burada arkeolog ve işçiler iğneyle kuyu kazar gibi elleri ile toprağı kazıp ellerindeki elekler ile toprağı eleyerek Phokaia Antik Kentinin tekrar yeryüzüne çıkarmaya çalışıyorlardı.
Beskapilar surlarinin basladigi yer
Antik Phokaia Kazi Calismalari
Surların yarımadanın batısında Beş Kapılar denilen bölümü Cenevzliler zamanda küçük kayık ve botların karaya alınıp tamir edildiği ufak bir tersane olarak kullanılıyormuş. At nalı şeklinde bir amfi tiyatroya benzeyen kayıkhane 1538-39 yılları arasında Osmanlılar tarafından küçük yuvarlak taşlar ve harç kullanılarak onarılmış. Beş Kapıların girişindeki kitabeye göre bu onarım Kanuni Sultan Süleymanın o zamanlar Saruhan Sancak Beyliğini yapan oğlu Şehzade Mustafa’nın oduncusu Silahtar İskender Ağa tarafından 1538-1541 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Bugün burası tiyatro ve kültürel faaliyetler için kullanılıyor. Beş Kapıların önünden Foça’nın görüntüsünü ve denizini Mekteb-i Mülkiye’den hocam Ataol Behramoğlu ne de güzel anlatmış:
Foçanın bekçisi Beşkapılar
Önünden zümrüt bir derya akıyor
Gözünü dört açmak yetmemiş ona
Denize beş gözle bakıyor
Beş Kapıların hemen bitiminde 50 metre aralıkla iki tane onarılmış burç var. Bu burçların arkasında sur içinde eski taş Rum evlerinin kalıntıları var. Yarımadanın içinden geçen ve sur içinde sonuçlanan yolun iki tarafında da mavi kapıları, mor begonvilleri ile bezenmiş meskun taş evler sıralanıp gidiyor. Sur içinin diğer önemli yapısı da girişteki kitabeye göre Mustafa Ağa tarafından 1531 yılında yaptırılmış küçük bir cami.
Gene sur dışına çıkıp ikinci burçtan başlayarak sahilden yolumuza devam edersek yolun solunda caddeye hafifçe taşmış üç ufak beyaz bina dikkati çekiyor. Bunlar T.C. Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı ,denizciliği tanıtma ve sevdirme amacı ile kurulmuş bir deniz müzesinin binaları. İçinde dalgıç ve gemicilik araç ve gereçlerinden, Cumhuriyet tarihimizin ilk donanmalarına ve Kıbrıs çıkarmasına kadar çok zengin görsel tanıtımlar var. Yolun sahil tarafı da Marinanın başlangıcı. Burada tek sıra halinde yatlar ve tekneler yan yana önce kıvrılarak sonra bir yarım ay şeklinde yarımadayı kemer gibi sorarak uzayıp gidiyor. Yolunun bu bölümünde sahil doldurularak yaya yolu genişletilmiş. Kara tarafında yer alan birkaç kahve ve yiyecek satan büfe de deniz kenarına masa sandalye koymuşlar. Bizde burada oturduk hem birer bardak çay içtik hemde yatların arasından Foça’nın lacivert denizini seyrettik.
Marina da cay molasi
Kale onunden Foca
SIREN KAYALIKLARI -ROCKS OF SIRENIUM SCOPOLI AND THE SEALS
SIREN KAYALIKLARI VE FOK BALIKLARI
Foça doğa güzelliği, balıkçılığı, fok balıkları, Bizanstan, Cenevizlilere ve Osmanlılara uzanan arkeolojik tarihi yanında mitolojiye de konu olmuş bir güzel yöre. Eski Yunan mitolojisinde Sirenium Scopoli denilen çok kayalık bir adada yarı kuş, yarı kız yaratıkların yaşadığından bahsedilir. Bu güzel mi güzel kuş kızlar bazen kuş kafalı kız bedenli olarak, bazen de kuş ayaklı ve kanatlı. güzel bedenli kızlar olarak tasvir ve resim edilmiştir. Bugün Siren adaları dediğimiz Foça yakınındaki adacıklarda yaşadığı söylenen bu yaratıkların sayısı da iki ile beş arasında imiş. Bu kızlar denizcileri büyüleyen çok çekici bir müzik yaparlarmış. Müziğin büyüsüne kapılan denizciler dayanamaz gemilerini kayalıklara sürer sirenlerin müziğini dinleyerek can verirlermiş.
Mitolojiye göre altın postu aramaya çıkan Jason’a buradan geçerken yanına Orpheusu alması salık verilmiş. Orpheus sirenlerin müziğini duyunca harpını çıkarmış ve öyle güzel çalmaya başlamış ki sirenlerin müziği yanında hiç kalmış, böylece Jason ve Orpheus Argon adlı gemileri ile yollarına devam etmişler. Odisseus da bu sirenlerin müziğini merak edenler denmiş. Ama bilge Chiron kayalıklardan geçerken bütün tayfalarının kulaklarını balmumu ile tıkamasını ve kendisini de geminin orta direğine ipler sıkıca bağlanmasını söylemiş. Odisseus bilge ihtiyarın sözüne uymuş ama sirenelerin müziğini duyunca “bağlarımı çözün” diye bağırıp durmuş. Kulakları tıkalı olan gemiciler onu duymamışlar ve yollarına devam ederek ölmekten kurtulmuşlar. Homer sonrası bazı yazarlar, sirenlerin müziğini dinleyipte onlardan kurtulan olursa sirenlerin ölmeye mahkum olduğunu yazarlar. Gene efsaneye göre Odysseus'u ellerinden kaçıran sirenler suya atlarlar ve bir daha çıkmamak üzere ortadan yok olurlar.
ODYSSEUS AND THE SIRENS
SIREN AND THE SAILOR
Pictures courtesy of http://www.crystalinks.com/sirens.html
BIR YAVRU FORK -BABY SEAL
Bu Siren kayalıklarında yaşayan ikinci bir canlı türü de fok balıkları, hani Halikarnas Balıkçısı’nın hikayelerinde, neredeyse yarı insan gibi anlatılan, aşık olan, seven ve sevilen yaratıklar.. Aslında Foça isminin , yani eski adı ile Phokia’nın fok balıklarından geldiği tahmin ediliyor. Eski Yunanlılar fok balığına tombul hayvan anlamına gelen foka diye tanımlıyorlar mış. Fok balıkları bugün Siren kayalıklarında içinde hava olan mağaralarda yaşıyorlar. Akdeniz foku denilen bu memeli hayvanlar, ticari amaçlar nedeniyle yıllarca yağı ve derisi için avlanmış. Bugün Dünya Doğa Vakfı WWF nin koruması altında olan Akdeniz fokunun sayısının 400 ile 450 civarında olduğu tahmin ediliyor.*
Foça’ya öğlen üzeri vardığımız ve yalnız bir gece kalacağımız için bır tekne kiralayıp Siren adalarına gidemedik. Gidiş dönüşün 1,5 saat süreceği söylendi. Zaten kayalıklara çıkmak artık yasaklanmış. Belki de iyi oldu, kimbilir sirenlerin müziğinin sihrine kapılıp geriye dönemeye bilirdik.