Kanadalı dostum Masis bana geçenlerde çok etkileyici bir youtube videosu yolladı. “Tarlabaşı- Yıkılan Hayatlar” diye. 2012 yılında çekilen video da İstanbul Tarlabaşı’nda son altmış yılda yaşayanların yıkılan hayatlarını, yıkılan hayallerini anlatıyor. Bu insanların çoğu buralara 1960lar dan sonra gelmişler, Rumlar dan Ermeniler den boşalan evlere bir şekilde yerleşmişler ve burada yeni bir hayat kurmuşlar. Çoğu Anadolu’nun çeşitli köy, kasaba ve kentlerinden gelip bir anda kendilerini İstanbul’un o amansız yaşam kavgası içinde bulmuşlar. Kimi fırıncılık yapmış, kimi bakkal dükkanı açmış. Bazısı tamircilik yapmış bazısı tesisatçılık. Kapıcılık yapanı var bulaşıkçı olanı var. Kimi de başka yollardan kazanmış hayatını, bar açmış, pavyon açmış. Önce çöpçülük yapanlar sonradan dönüşümcü olmuş. Ailesi tarafından sahip çıkılmayan, ezilen taciz gören bazı kadınlar hayat kadını olmuş, bedenlerini satmış çocuklarını büyütmek ve okutmak için. İçlerinde travesti diye hor görülenler varmış. Tepebaşı hepsine kucak açmış, Afrika’dan gelen mültecilerden, Anadolu’dan gelen işsizlere kadar. Hepsini kabul etmiş, sevmiş, kucaklamış, onlarda kendi mahallelerini kurmuşlar, komşuluk etmişler yıllarca.
Tabi bunun 1960 lar öncesi de var. Tarlabaşı semtinin kuzey sınırı Taksim ve Talimhane güney sınırı da Tepebaşı semtidir. Tepebaşı Haliç’in Kasımpaşa sırtlarında adına münhasır tepenin başından Beyoğluna ve Taksime doğru uzanır. 1900 lerin başında buraları mezarlıklar ile doluymuş. Bu mezarlıkların kaldırıldığı yerlere yapılan neo- klasik tipindeki binalar önceleri yabancı elçiliklerin, otellerin, tiyatroların ve Levantenlerin yaşadığı apartmanların yerleşim alanları olmuş. Ünlü Pera Palas Oteli burada Taşkızak tersanesinin o devasa giriş kapısı yakınlarında Haliç’in sırtlarında inşa edilmiş.
Taksim’e uzanan Tarlabaşı sokaklarındaki taş binalar ise çoğu kez Rum ve Ermeni kökenli vatandaşlarımıza İkametgah olmuş. İçlerinde sanatkarlar varmış müzik eğitimi alan, keman tamir eden, piyona akordu yapan. terziler, saatçiler, şapkacılar, kürkçüler, pastacılar, meyhane sahipleri, yabancı sefaretlerde çalışanlar. Bu insanlar burada azınlık, çoğunluk ayrımı olamadan hep beraber yaşar, komşuluk eder, tüm bayramları beraber kutlarlarmış. Sonra, 1955 yılında Eylül ayının başındaki o iki kara günde, çoğunun civardaki iş yerleri yakılmış ve talan edilmiş. Tarlabaşı’nda yaşayan çoğu gayri müslim vatandaşımız da diğer semtlerinde yaşayan ırkdaşları gibi yavaş yavaş çok sevdikleri yurtlarını terk etmeye başlamışlar. Kimi yanı başımızdaki Yunanistan’a gitmiş, kimi Avrupa’ya kimi de Yeni Dünya’ya. Ama aradan yıllar, on yıllar, ve yarım yüzyıllar geçse de toprak onları hep çekmiş. Hep Tarlabaşı’nı, İstanbul’u ve Türkiye’yi düşünmüşler ve özlemişler. Buluşmalar da, bayramlarda gene midye dolmaları yapmışlar, beyaz peynir yanında rakı kadehini yudumlamışlar, eski taş plaklardan kayıt edilmiş kanun, ut ve darbuka nağmeleri dinlemişler.
Benim Tepebaşında ve Tarlabaşı’nda 1960 ların ilk yıllarında geçmiş bir dolu anım vardır. O zamanlar Kuledibindeki Avusturya Lisesi’nde yatılı öğrenci olarak yedi yılım geçti. Zannederim ortaokul ikinci sınıftaydım. Bir arkadaşımla Çarşamba öğleden sonra izin saatlerinde okuldan çıktık, Bankalar Caddesinden Tepebaşı’na yürüdük ve Haliç’e bakan parktaki bankların birine oturduk. Remzi bir yerden bulmuş, cebinden bir paket Salem sigarası çıkardı. Hayatımda ilk sigarayı orada Tepebaşında içtim. Ne bilirdim bu müptela tam otuz yıl sürecek ve onu 1990 yılında bırakabilecektim. O orta okulun ilk çaylaklık yıllarında, buradan Beyoğluna Taksim’e yürür, bize ilginç gelen, barlı pavyonlu sokaklardan geçerdik. Hele Ağa Cami aşağısında, sokağın iki başı tuğla duvarla örülü ve bir kapıdan girilen bir sokak bize çok ilginç gelirdi.
Eskiden Tepebaşı civarının mezarlıklarla kaplı olduğunu bilmezdim. Ama burada gördüğüm tek bir mezar hala aklımda kalmış. Haliç’e bakan barok stilinde bir apartmanın tam önünde tek bir mezar vardı, üzerinde kavuklu eski Osmanlı mezar taşı olan bir kabir, koca koca apartmanların önüne sıkışıp kalmış. Bugün bile düşünürüm hala orada mıdır diye.
Resim hocamız Herr Jorda eski İstanbul evlerinin ilerde yok olacağını söyler, bize eski sokakların resimlerini ve bu evlerin ince tahtalardan yapılacak modellerinin yapımını ev ödevi olarak verirdi. Bazen de kayık ve takaların tahtadan modellerini yapardık. Bu projelerde kullanılacak şerit şeklindeki ince tahtalarda İstanbul’da tek bir yerde satılırdı, Tarlabaşı’nda ara sokakların birinde küçük bir dükkanda. Bizden büyük sınıflardan duyduğumuz, dükkan sahibinin orta yaşının üzerinde, oğlan çocuklarına değişik duygularla bakan biri olduğunu söylerler, bize dikkatli olmamızı tavsiye ederlerdi. Biz de oraya her gidişimizde kendimizden büyük bir abiyi alıp birkaç kişi beraber giderdik. Zaten Beyoğlunun arka sokakları o zamanlar turistik yerler değildi ve nerede ne olduğunu bilmezseniz hiç te tekin sayılmazdı. Ama bu sokakların birkaç sokak ötesinde, rengarenk çamaşırların ip üzerinde evden eve asılı olduğu, küçük çocukların yakan top oynadığı, kadınların pencereden sepet sarkıtıp aşağıdaki manavdan sebze aldığı sokaklar da vardı, cıvıl cıvıl...
Masis’den gelen video’yu okuyucu arkadaşlarla paylaştıktan sonra Paris’de yaşayan dostum Ara’dan da bir mail geldi. Video’yu baştan sona izlediğini yazmış ve ilave etmiş:
Tarlabaşında benim de bir yığın anım var. Annemin çocukluğu Talimane'de Ara Güler'in ailesinin komşusu olarak geçmiştir. Ara Üstad 1928'de doğduğunda annem 8 yaşındaymış, kundakla eve getirildiğini camdan seyretmiş. Bunu Ara Amca’ya anlatmamı israrla istedi, ve gidip Ara Cafe'de buldum, uzun uzun sohbet ettik.
Annem sonra hem babamla koro çalışmaları için oralara gitmiştir, hem de benim çocukluğumda Tepebaşı Dram Tiyatrosuna gidilmiştir.
Bundan birkaç sene önce 2012'de ben yine oralara gidip resimler çektim. İşte birkaçı. Belki seni ilgilendirir... Daha sonraki gidişlerimde ayak basmadım. Otobüsten gördüğüm kadarıyla içler acisi...
Ara Güler'le resmim 2016 Mart ayından
Aşağıya Ara Kebapçıoğlu’nun yolladığı resimleri ve Masis’in yolladığı video’yu ekliyorum. İkisini de teşekkürlerimle.
Cem Özmeral
30 Aralık, 2017
Dublin, Ohio