Eylül sonunda güzel bir güz günü. Bizim üç kişilik Paris-Istanbul ekibi* bu sabah Istanbul'u tarayacak. Ramazan dolayisi ile çok sevdigim Bülent (Saraçoglu) dayimla daha görüşemedik. Onunla gecen gelisimizde cok isteyip de gerceklestiremedigim bir projemiz var: Cocuklugumuzun gectigi yüz küsur senelik Kocamustafapaşa Köskunun icine girip resim cekmek, hatira tazelemek.
"Siz Bostancidan deniz otobusüne binin , ben sizi Bakirköyde arabamla karsilarim "Paşa"ya gideriz , "dedi dayim. Anlaştik. Sabah saat on civarinda Bülent dayi ile iskelede bulustuk. " Ayaktaki Çinar" **, bizi herzamanki gibi şik giyimi ve nezaketi ile karşiladi . Bizim ekiple tanişma, hoş beşden sonra , "sizi Paşa'nin dışında nerelere götürebilirim? " diye sordu . Tabii benim cevap daha onceden hazir: " Dayi dedim , sana zor olmamak şarti ile sen seç, benim tercihlerim şöyle : Yedikule zindanlari, Balatdaki Tekfur Sarayi , Fatih Camii ve Fatih türbesinden bir veya ikisini görebiliriz Dayim , "tamam" dedi, "Yedikule zaten Paşa'ya giderken yolumuzun üstü, oradan başlariz."
Zindanlara girmeden beklentilerim degisikti. Yedikulede yazin verilen konserler dolayisi ile televizyonda ara sira gece manzarasini gorup ,buranin bizim cocuklugumuza gore bayaği onarilmiş ve turistlere sevimli bir hale getirildiğini dusunuyordum. Yuksek sur kapisinda iceri girdik, hemen girişte bir bilet kulübesi . Beşer lira verip biletlerimizi aldik, gorevli bize birerde küçük broşür*** verdi. Broşürde zindanlarin kisa tarihi, eski bir gravurden alinan krokisi, kalenin ve kulelerin, Ingilizce tercume'li isimleri var . Kapidan girince,koskoca genis bir alan , bir futbol sahasi kadar geniş, ama bır dikdortgenden daha cok kare şeklınde,hatta beş köşeli bir yıldızın iç kısmı gibi. Yıldızın her köşesinde bir kule, kimisi ayakta kalmış, kimisinin ici yikilmis. Zemine küçük çakil tasi buyuklugunde taşlar dökmüşler, gri gri. Ama çakil değil. En geride kule duvarlarinin onunede koca bir sahne koymuslar, demir iskeletleri o koca " Golden Gate" yada Altin Kapi" yi bir güzel kapatmiş. Sahne iskelesinin üstü beyaz branda çarsaflarla kapatilmis, duvarlarda büyük konser afişleri. Alanin sağ arka kösesinde yanyana on kusur portatif tuvalet, belliki yaz konserlerinde seyircilerin ihtiyaclari icin konulmus. Bunun hemen yaninda barakamsi upuzun pembe tek katli bir yapi , hemen yaninda ipe bir iki cocuk çamasiri asilmiş. Belliki burada yaşayanlar var , herhalde kulelerin görevlisi ve ailesi .
Alanin sağ tarafindaki , III. Ahmet kulesinin bulunduğu merdivenlere dogru yuruduk. 50 kusur merdiven, buradan bir düzluge cikiliyor, biraz nefeslenip bir yirmi otuz merdiven daha cikiyoruz. Simdi burçlarin tam üstundeyiz, asağisi kuş bakişi bir daha guzel ve anlamli gozukuyor. Iste meydanin tam ortasinda eski mescidin minare kalintisi ve hemen yaninda sonradan onarildigi belli olan tarihi cesme. Cesmeden, eskiden Halkali suyu akarmis ve Kanuni Sultan Suleyman zamaninda yapildigi soyleniyor. Mescit ise, Istanbulun en eskisi, Fatih Sultan Mehmet tarafindan yaptirilmis. Neler görmuş , ne depremler geçirmiş bu mescidcik. 1873 Rus harbinde fişek imalathanesi, sonralari depo olarak kullanilmis. Mescidin hemen yaninda giriş kapisindan, sahnenin oldugu Altin Kapiya dogru boylu boyuna bir yol uzaniyor.Yolun iki tarafi kaldirim taşlari ile döşenmiş. Eni yedi sekiz metre olan bu yol, zeminden bir otuz kirk santim asagida. Belliki etrafi sonradan doldurulup, yükseltimiş. Yolun icine çakil taşi dökmemişler, eski tek tuk arnavut kaldirimlarinin yanlarindan çimler çikmis. Yolun basladigi yerde koca bir cinar var. Evet ,bu yol meshur tarihi Trimphalis caddesi. Hani eski Bizans imparatorlarinin, harpten zaferle döndükleri zaman, Porte Aurea'dan gecip uzerine kirmizi hali serilmis , halkin iki tarafinda siralandigi ve onlari cicek yagmuruna tutuğu yol. Bu cadde , Aksaray, Beyazit, Sultan Ahmet yolu ile gene cok eski ve meshur Mese , yada Divan Yolu ile; önceleri Bizans sonralari Topkapi sarayina baglanirmis, hani simdi uzerinde mavi metro vagonlarinin gectigi yol. Trimphalis caddesi sonralari , Fatih yolu olarak isim degistirmis. Yolun icindeki demir gullelerde Fatih zamanindan kalma. Gene III Ahmet kulesinin üstünden asağiya bakmaya devam ediyorum. Büyuk Altin Kapi, konser sahnesinin iskeleleri arkasinda saklanip kalivermis, adeta son konumundan utanircasina. Oysa bu kapiyi
imparator I. Theodosius barbar Klemens Maximi'yi yendikten sonra bir Zafer Taki olarak yaptirmamismiydi ? Gelde , Parisdeki Arc de Triumh'u hatirlama! Acaba onlar nereden esinlenmişti ve biz bunun kiymetini bilebilyormuyduk? Sonra imparator bununlada yetinmemiş zafer takinin iki yanina Marmara adasindan getirdigi mermerlerle iki koca kule yaptirmisti. Altin kapinin üstü yaldizlarla ve çift kafali Bizans Kartali ile ve de zafer tanrisi Nike'in heykeli ile süslenmisti. Hani su meşhur spor ayakbilara marka olan Nike. Acaba biz bu Porte Aureanin kiymetini biliyormuyduk ? Hic degilse sahne Marmara denizi tarafina, Nöbet ve Top kuleleri arasina konulamazmiydi diye dusünmekten kendimizi alamiyorduk.
Evet önceleri bitisiğindeki bu iki mermer kuleden ( Kuzey ve Güney Pylon) ibaret olan altin kapi ileride bizans zamaninda iki, Fatih zamanindada uc kule ilavesi ile tam bir kale haline getirilyor , sehir surlari ile bitistirilerek tarih icerisinde göreceği ve gecirecegi cesitli evrimlere hazir hale geliyordu. Içi demir parmakliklarla kapali Altin Kapidan bakinca biraz ileride kule kalintilari icinde Kücuk Altin Kapi görünuyordu. Bu kapi , Buyuk Kapinin onundeki koruma amacli yapilan hendegin bitiminde yer aliyormus ve eskiden acilip kapanan bir kopru ile kaleye baglaniyormus. Dikkatli bakinca bunlari gözümde canlandirabilyordum. III Ahmet Kulesinin burçlarindan karşiya bakmaya devam ediyorduk. Işte bir tarafta masmavi Marmara denizi, Yeni Kapi aciklarina demirlemis yuzlerce nakliye gemisi. Bu taraftaki surlarda, Nöbet ve Top Kuleleri yer aliyor. Giriş kapisinin iki tarafindada , Zindan (Kitabeler) ve Hazine Kuleleri. Hazine kulesi Osmanli Hazine-i Humayunu'nun ve kiymetli evrakinin saklandigi, uzerinde kücük bir köşkün bulundugu ve Osmanli bayrağinin dalgalandiği ,1748 büyük yanginda tamamen yanan kule. Abdülhamit zamaninda tekrardan yaptiriliyor. Zindan kulesi ise Osmanlinin onemli mahkumlarinin mahpus yattigi ve duvarlarina hayat hikayelerini kazidigi zindanlar. Burada birde eskiden. mahkumlarin iskencesinde kullanilan içi yilan dolu bir kuyu varmis. Burçlarin üzerinden birazda, kale dişina Istanbula baktim ister istemez.
Bir tarafta kara surlari Istanbulun icine Haliç istikametine doğru devam ediyor, diger tarafata deniz surlari Sirkeci- Halkali güzergahinda denize paralel sahil yolu boyunca uzanip gidiyordu. Yedikulenin hemen dibindeki surlarin icinde dikkatli bakinca yemyeşil sebze bahceleri ve zerzevat tarhlari seciliyordu. Beri tarafta , gökdelenler icinde artik minareleri kucuk kalmiş camiler, rengarenk badanali apartmanlar, ayakta zorlukla duran ahşap tek tük eski Istanbul evleri goruluyordu. Butun bu manzara icinde koca koca kirmizi sütunlari ile , Aksaraya dogru giden yolun hemen basinda bir kapali spor tesisi oldugu hemen belli olan modern Abdi Ipekçi Basketbol arenasi dikkati cekiyordu. Ister istemez düşundum. Biz eski tarihi yapitlarda konser vermeye bayiliyorduk. Acaba bu aliskanliğimiz , bu tip konser salonlarinin azligindan, yada yenilerini yapmanin pahaliligindan, yada bizim tarih sevgimizin büyükluğündenmi geliyordu ? Acaba diye düşündüm, acaba Abdi İpekçi , her gun dolumuydu, özellikle yaz günleri? Biz Aspendosda , Dolmahçede, Rumeli Hisarinda , Aye Irenede, Yedikulede konser vermeyi seviyorduk. Ama bu konserleri verirken bu tarihi yapitlarin idamesine bir katkimiz oluyormuydu , yada hiç degilse bunlarin yozlaşmasina ve eskimesine mani oluyormuyduk? Dolmabahçe Sarayina, zaman zaman önemli yabanci devlet adamlarini davet edip, onlara o muhtesem buyuk salonda yemek vermeyi, hatta buradaki tuvaletleri alafranga olarak yenilemeyi biraz olsun anlayabiliyordum. Ama ayni sarayin bahcesini bir özel televizyon kanalina kiralayip, birtakim beyaz saçli adamlarin sarayin merdivenlerinde birbirine dayanarak ve sağdan sola yalpalayarak, " bir sarkisin sen" söylemesine bir anlam veremiyordum. Acaba diyordum," Mor ve Ötesi" konserini Abdi İpekçide yada Olimpiyat stadinda verse, Yedikulenin Imparatorlari, mahkumlarinin ruhlari daha mi memnun olurdu? Acaba Genç Osman'in ruhu taciz oluyormuydu? Yoksa diyordum, bu bir evrim. Bak birkac yil önce gördüğün Yoros kalesi, senin gibi birkac tarih meraklisi, yolunu şaşirmis birkac yerli turist disinda , berduşlarin evsiz insanlarin mekan edindiği, kulelerini içi açik hava tuvaleti olarak kullanilan yerler olarak kalmamismiydi ? Hic degilse buranin kapisinda bir görevlisi var, iyi kotu bir korunmaya alinmis, icinde konserlerde veriliyor, hijyenik tuvaletleride var. Eskisinden daha iyi degilmi ? Belkide burada eskiden yasamis insanlar bile memnundur durumdan !Gene bizim atalarimiz burayi birzamanlar Hayvanat Bahcesi, sonralarida Kiz yurdu, fişekhane , askeri garnizon gibi nedenler icin kullanmamismi? Bu sorulara bir türlü cevap veremedim.
III Ahmet Kulesinin yanindaki merdivenlerden düşmemek için yavaş adimlarla asağidaki meydana indik. Benden başka herkes birazda aradigini bulamamanin ezikligi ile ana kapiya dogru yürüdu. Bugünluk bu kadar tirmanma yeterdi, kapidaki görevli ile Yilanli kuyunun bulunduğu , Zindan kulesine gittiler. Bunun ici yandigindan ,yukari çikma diye bir sorun yoktu. Burada bekçi ile konuşup zindanlarin ve yilanli kuyunun hikayesini dinlediler, hemen kulenin önündeki Fetih'ten kalma eski Fatih toplarini incelediler. Ben ise hala ayaklarimda derman oldugunu hissederek ve birazda meraktan olacak tek basima kanli kuyunun bulundugu, Guney Pylon yada Genc Osman Kulesine dogru yürüdum. Buradaki kanli kuyuya , başlari kesilen mahkumlarin baslari atilirmis. Kuyunun dibinde Marmara denizine açilan iki dehliz varmis. Kiyiya vuran dalgalar bu dehlizlerin icine girip kopan kafalari denize sürüklermiş. Buraya Genç Osman kulesi denmesini nedeni de , Genç Osmanin bu kulede boğularak öldürülmüs olmasiymis. Tek basima, birazda çekine çekine bu tarihi kule içinde kisa bir tirmanişa başladim. Kulenin giriş kismi, oldukça iyi aydinlatilmisti. Yukari çiktikca, işiklar azaliyor, sanki gectigim dehlizler daraliyordu yada bana öyle geliyordu. Dişaridan hesap ettigim kadari ile , kulenin tepesi yuz merdiven basamagi kadar olmaliydi. Ama dönup dolaşan merdivenler bana hic bitmeyecek gibi geliyor, her katta saga sola degisik kapilardan onunuze gidebileceginiz tercihler cikiyordu. Tek başimaydim, sanki köşebaşinda birisi cikacak üzerime atlayacak gibi bir hisse kapiliyordum. Bozuntuya vermeden ve saga sola sapmadan tirmanisa devam ettim. Sonra yukaridan bir işik hüzmesi göründü, giderek büyüdü. Sonunda yeryüzune çikmistim. Oh dünya vardi sanki, masmavi Marmarayi, denizin üstündeki yakomozlari, gemileri görmek ne güzeldi. Asağida bizim ekip zindan kulesinden cikmis bekci ile konusuyorlardi.
Her çikisin, birde inişi vardi. Inişler hep daha çabuk ve kolay olur. Öylede oldu, artik alişmiştim. Aldirmadan asaği inerken orta katlardaki dehlizlere saptim. Ve sonra hepsini gördum, kanli kuyuyu, Genç Osmanin katlediği yerleri, tahta ranzalari, merdivenleri ,hepsini ,hepsini. Sonra karanligin icinde işik gibi bir sey gördüm yada gördügümu zannettim.Kendı cevresinde dönen kristal bir top gibi bir sey.Döndü döndü, elimi uzattim. Kristal durdu, icinde güzel yüzlu açik renk gözlü genc bir erkek silueti belirdi. Yari belirli , yari belirsizdi. Sonra bana hikayesini anlatti. Garipti, silueti kaybolduğu gibi sesinide duyamiyordum hiç . Ama o bana anlatiyordu bir sekilde.
GENC OSMAN KULESI
GENC OSMANANIN OLDURULDUGU KAT
GENÇ OSMAN MONOLOGU
GENÇ OSMAN MONOLOGU
Ben II. Osman, Osmanlı hanedanının 6ci Sultanı idim. Babam Sultan I. Ahmed Han, annem Mahfiruz Hatice Sultan idi. 1604 senesinin lodoslu bir kış günü Istanbulda doğmuşum. Hünkar babam beni günün birinde kendi yerine geçirmek için ince eleyip sık dokuyarak yetiştirmiş. Topkapı sarayında özel mürebiyelerden , Arapça, Latince, Yunanca ve Italyanca dersi alıp , bu lisanları öğrenmiş idim. Riyaziye ve cebir vede edebiyat en çok sevdiğim ve tekamül gosterdiğim alanlar idi. Üskudarlı Mahmud Hudai Hoca hazretlerinden kuran ve din dersleri aldim. Derslerin yanında iyi bir cengaver olarak da yetiştirildim. Iyi ata biner, ok atar, güres tutardım. Genç yaşıma rağmen , haremdeki cariyelerin en baş gözdesi idim. Güneş yüzlu, ak tenli, bahadır vücutlu, ince ve kibar bir şehzade olarak nam yapmıştım.
Babamın yerine tahta geçen amcam I. Mustafa hasta bir adamdi. Kısa zamanda Saray ve Ulema kendisini değiştirmenin gereğini gördü. Beni 14 yaşında Osmanlı tahtına padişah yaptılar. Yaparken de üvey kardeşimi öldürmemin gerekli olduğunu , bunu Osmanlı tebasının bekası için elzem olduğunu söylediler. Bende kendisini öldürttüm, ama annesi Kösem Sultan bunu hiç unutmadı ve bana o günden itibaren diş bileyip mahvım için bana tuzak kurdu. Padişah olur olmaz ilk işim Acemlerle sulh anlaşması imzalamak oldu. Sağımı salime aldıktan sonra soldan Adriyatike açıldım. Kaptan-i Deryam Halil Paşa önce iki Roma gemisini zaptetti sonra Manferodonia körfezine girip bu şehri ele geçirdi. Ama benim genç yaşta başa gecmemi firsat bilenlerde vardı. Boğdan Voyvodası Gratiani önce isyan çıkardı sonra pabucun pahalı olduğunu görunce Lehistan devletine sığındı. Sonrada bir ordu toplayıp Osmanlı'ya saldırma cürret ve cehaletini gösterdi. Tabii dersini aldı; Beylerbeyim Iskender Paşa bu bedbahtın tüm ordusunu imha etti , düşmanın yüz küsur topu ve bir dolu ganimeti ile geri döndü. Ama ben kararımı vermiştim, bu Lehistan deyyuzuna bir ders verme zamanı gelmişti, burayıOsmanlı toprağına katmak için ordumu topladım.1621 yılının Mayıs ayını 21 günü Cuma namazını kıdıktan sonra, önde Mehteran Lehistan fethine çıktım. Tam üç ay sonunda Lehistanta vardık ve Hotin kalesini kuşattık. Tam otuzbeş gun savaştık. Kale ha düştü ha düşecekti, ama bir türlu düşmedi. Yeniçeriler yürekleri ile savaşmıyor, işi oluruna bırakıyordu. Kaybetmemiştik ama kaleyide fethedememiştik.
Dönuşte cok düşündüm, bu yeniçeriyi, kapıkullarını ihlas etmek gerekiyordu. Hesaplarını incelettim, devletten bedava para alan yeniçeri isimlerine rastladı. Payitaht Istanbulda binbir milletten insan ve asker vardi. Bu böyle olmazdi, payitahtımı halis Türklerin olduğu yeşil Bursaya nakledecektim. Rahmetli büyük Osman Dedem ve Orhan Atam rüyalarıma girip beni bu yolda teşvik ediyorlardi adeta. Kararımı vermiştim, yeniçeri ocağını dağıtıp yerine yenisini kuracaktım. Bütün askerlerimide Anadolu, Suriye ve Mısır eyaletlerindeki öz Türklerden seçecektim. Bütün bu düşüncelerimi birazda toyca ulemaya ve sadrazam paşaya ve hocalara açtım. Açtığım başka bir fikirde, ilk defa bir Osmanli padişahının hacca gitmesiydi. Iran fatihi Yavuz Sultan Selim dedem bile buna cesaret edememişti. Ama ben yapacaktım, bu Islamı bir farzi idi. Bu arada Istanbul'u vuran büyuk zelzele ve akabindeki yangınlar halkı huzursuz etmiş , fakirlik ve açlık had safhaya varmıştı. Kimi iş bilmez kapıkulu Padişah için kurban kesmek istemiş, öküz bulamayıca fakir halkın hayvanlarına yok pahasına el koymuş, onları mağdur etmisti. Sonra,benim islahat fikirlerimi duyan yeniçeriler ve sipahiler, Padişahın hacca gitme istegini bahane ederek ayaklandılar. Padişah , payitaht-i bırakıp hacca gidemezdi, onun ne haddineydi hacca gitmek, yüce Sultan Selim bile gitmemişti. Sarayın kapısına dayanan kapıkulları beni bu fikirden vazgeçirmek istediler. Koskoca Osmanlı padişahi olan ben bu başıbozuklarla konuşacak değildim. Tabii hepsini kovdum. Bu sefer Seyhül-Islam Esad Efendiden , hocalarımın, sadrazamımın ve daha nice akil hocamın kellesini isteyen bir fetva çıkarıp Topkapı sarayının kapısıa dayandılar. Bu fetvayı parça parça yırtı suratlarıa firlattım ve hepsini def ettim. Sarayda hiç bir ilave tedbir almaya lüzum görmemiştim. Böyle tehditler bana vız gelir, tırıs giderdi. Ama kısa zamanda durumun zannetiğimden çok daha ciddi olduğunu gördüm. Sabah kışladan çıkan başıbozuk yeniçeriler ve kapıulları, Fatih Camiinde namaz kılıp, tekbir getire getire Aksaray, Sultan Ahmet Meydanı güzergahı ıle Divan yolundan Topkapı sarayına bir daha dayandılar. Yolda gelirken kalabalik iyice büyümüş tam bir isyan ve ihtilal haline gelmişti. Sabahın erken vaktinde üzerimde gecelik odamda dinleniyordum.
Yeniçeri ağaları odama girerek beni gafil avladılar , karşı koymama rağmen beni yaka paça asağıya indirdiler. Beri taraftanda, haremde bir odada mahpus yaşayan amcam "Deli " Mustafayi tekrar padişah yapmak icin teşebbüse geçtiler. Bu başıbozuklar bir padişaha reva görülmeyecek her hareketi bana yapıyorlardı. Üzerimde gecelik, başım çıplak, altımda seyeri çuldan bir sütçü beygiri ve halkın şaşkın bakışarı arasında beni yeniçerilerin kışlasını yakınındaki Orta Camiine getirdiler. Bu caminin meydanında yeniçeri ağasının da muvafakati ile yeniçerilere hitap ettim ve dedimki; "Dün sabah padişah-ı cihan idim , simdi üryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size dahi kalmaz." Ama dinleyen kim ! Orta Camiinde anladımki boşnak devşirmesi Kara Davut sadrazamlığa getirilmiş. Tabi bunlar Kösem Sultanın saman altından yürütüp yaptığı planların bir sonucu idi. Gene son bir teşebbüsle halka hitap etmeye çalıştım, maksadımın devlet ve tebama hizmet olduğunu, Osmanlı hanedanın neslinin intikasina sebeb olacak , bu harekete son vermelerini istedim. Tam bu sırada Kara Davut'un emriyle Cebecibaşı, boynuma kementi geçiriverdi. Ama ben çabuk davranıp kementi boynumdan çıkardı. Cebecibaşı bir daha denedi ama , yanımdaki birkac Ocakbaşı kementi yakaladığı gibi saldıganı püskürtüler. Yeniçerilerin çogu öldürülmememe karşı çıkmıştı. Kara Davut, halki ve yeniçerileri etkilediğimden korkmuştu. Hemen orada yeniçerilere beni Yedikule zindanlarına mahpus gotürmelerini emretti. Bu sefer beni bir at arabasına bindirip, arkamızda ahali Yedikuleye getirdiler. Burada , hiçbir Osmanlı padişahına reva görülmeyen iğrenç hakaret ve tecavüzleri size anlatıp canınızı sıkmayacağım.
Yedikule, zindanlarına girdigimizde hava kararmaya başlamıştı. Kara Davut halka dağılmasını, Padişahı burada bir müddet mahpus kalacağını ama hayatının emniyette olduğunu söyledi. Ahali dagılırken, beni büyük altın yaldızlı kapının şimal tarafindaki kuleye götürdüler. Etrafimda sekiz cellat, arkamda Davut Paşa yukarıya doğru merdivenleri tırmanmaya başladık. Elli kadar merdiven çıktık ve buradaki orta kata girdik. Burası genişce bir alandı. Etrafi tahta korkuluklarla çevrilmişti. Duvarlarda birkac çıra meşale yanıyor, etraf rutubet kokuyordu. Korkuluktan asağıya baktım, asağı katta üzerine loş bir ışık düşmüş mermer bir kuyu gördüm. Kuyunun üzerindeki tahta kapak pis kızıl bir renkteydi. Avlunun bitiminde tahta merdivenlerle çıkılan çekme bir kat vardi, burada birisinin pencerisinde mum yanan iki oda görülüyordu. Ben etrafıma şaşkın şaşkın bakınırken, Kara Davut, Cebecibaşına başıyla "haydi " anlamına bir işaret yaptı. Cebecibaşı önümden, diğer sekiz cellat yanlarımdan ve arkamdan bana saldırıp kementi boynuma geçirmeye çalıştılar. Bütün gücümü toplayıp, "Allah ,Allah" diye haykırarak bu canilere saldırdım. Tekmelerimle, yumruklarımla, kafamla tekmilini birden püskürtmeyi başardım. "Tek tek gelsenize , Allahsızlar, imansızlar " diye bağırdım. Tam bu sırada arkamdan sırtıma balta ile ağır bir darbe aldım. Yere doğru düşerken gözlerimin karardığını hissettim. Yerde biraz debelendim, yukarıda kandil ışığının olduğu pencerede bir kadın silüetini görür gibi oldum. "Galiba Kösem Sultan" dı diye düşünuyordum ve gözlerim giderek kapanıyordu. Boynuma ve belimin alt kısmına iki ayri kement geçirdiler. Kelime-i şahadet getirdim. Önce alttaki kementi sıktılar, büyük bir acı hissettim. Sonra boynumdakini sıktılar. Kısa bir acı. Sonra bir anda hür oldum.
Şimdi olayi yukardan izliyordum. Cebecibaşı cansız vücudun nabzını tuttu ve Davut Paşaya Sultanın öldüğünü bildirdi. Davut Paşa , çekme kattaki odaya çıktı ve kapını önüne çıkmış Kösem Sultanın önce eteğini sonra elini öptü. O gece cansız vücut gene at arabası ile Saraya getirildi. Ertesi gün Sultan Ahmet Camiindeki öğlen namazından sonra hemen caminin yanindaki "Babaciği"nın türbesine yatırıldı. Sultan Ahmet meydanında halkin gözü yaşlı idi. O gece , Anadoluda sipahiler yer yer ayaklanmalar çıkarmaya başladılar. Kim bilir belki bukadar genç ve toy olarak Osmanli Padişahi olmasam ve akıl hocalarımı daha iyi seçsem ve dört yil yerine bir on yil daha iktidarda kalsam, belkide tarihin akışı daha farklı olacaktı. Benim zamanımda islah edilmiş bir ordu ile belki Osmanlı Imparatorluğunun bekası daha devamlı ve daha uzun olacaktı. Kimbilir ?
Bu yaziyi, özelikle Genç Osman monologunu yazarken yukarda adi gecen web sitesi yaninda daha önce okudugum cesitli kitaplarin disinda http:// tr.wikipedia.org wki/Yedikule_Zindanlari ve http://www.netpano.com sitelerindeki bilgilerden faydalandim.