İNÖNÜ DEVRİNDE ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞ VE 1960 DARBESİ
İnönü Harp Okulunda -1942 adlı yazımı 2008 yılında yazmıştım. O günden bugüne İnönü düşmanlığı, ona atılan iftiralar, geçmişte yapılan her yanlışı onun ve Cumhuriyet Halk Partisine üzerine atmak, bazılarına olağan ve bir alışkanlık haline geldi. Atatürk ve onun reformlarına dolaylı yollardan saldıranlar, bundan kırk yıl önce vefat etmiş Türkiyenin İkinci Cumhurbaşkanına hakaret etmekten, onu din düşmanlığı ve camileri kapatmakla ve hatta Hitler’e bile benzetmek saygısızlığını göstermekten çekinmiyorlar. Burada asıl sorgulanması gereken büyüklere saygısızlık, kendini savunamayacak ölmüş insanlara hakaret ve iftiranın, bizim gelenek ve göreneklerimizde ve dini inançlarımızda ne kadar yeri olduğu.
Yukarıda bahsettiğim İnönü ve Harp Okulu yazısındaki İkinci Dünya Savaşı sırasındaki “İnönü” ile ilgili olarak yazdıklarımı burada tekrarlamayacağım. Onun Kurtuluş savaşındaki zaferleri ve Lozan Barış Konferansında Türkiyenin savaş meydanında kazandığını kağıt üzerinde tescil etmek için verdiği diplomatik mücadele ve İngiliz Lord Curzon ve benzeri Avrupalı diplomatlara verdiği dersler bugün tarih kitaplarından çıkarılmaya çalışılıyor. Biz burada bunlardan da bahsetmeyeceğiz. Ama isterseniz çok partili döneme geçişte İnönü’nün rolünü, 1960 darbesi ve İnönünün din ile olan ilişkisini o günleri yaşayan biri olarak anlatmaya çalışalım.
Atatürk devrinde biraz da bir deneme ve danışıklı döğüşüklü olarak başlatılan ikinci Parti denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1945 yılında savaşın bitimiyle Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan gibi milletvekillerinin başını çektiği bir grubun Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılıp Demokrat Parti yi kurması ile, ilk defa olarak gerçek anlamıyla çok partili geçişe zemin hazırlanmış oldu. Milletvekilliğinden istifa edip Demokrat Parti ye katılan Celal Bayar Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye giderek 1946 seçimlerine iki parti ile girilmesi konusunda onun onayını aldı.
1946 seçimlerini Cumhuriyet Halk Partisi oyların yüzde altmışını alarak büyük bir çoğunlukla kazandı, ama liberal görüşlü Demokrat Parti de 61 milletvekilini Meclis’e sokmayı başardı. Bu seçimlerin açık oy, ama gizli tasnif sistemi ile yapılmış olması seçimlerin şaibeli olduğu ve çoğu yerde seçimlere hile karıştırıldığı söylentilerini de beraberinde getirdi. Bu konu da bir anekdotu kayınpederim Tayfur Durupınar’dan dinlemişimdir. Demokrat Partililer Tayfur Bey’in babası Arifi Beyin Bursa mebusu seçildiğini söyleyip kendisini tebrik ederler. Ama ertesi gün seçim sonuçları açıklandığında CHP nin adayının kazandığı anlaşılır. Seçim sonuçlarına şaibe karıştırılıp karıştırılmadığını ve oldu ise bunun derecesini bilemeyiz, ama seçim sonunda Başbakan Şükrü Saraçoğlu yerini Recep Peker’e bırakmış ve iktidar değişmese de, kabine de tamamen değişmiştir.
1950 seçimlerine yüzde 89.3 gibi çok yüksek bir katılım oranı oldu. Oyların yüzde 53 ünü alan Demokrat Parti Başvekil seçilen Adnan Menderes’in liderliğinde 415 milletvekili ile iktidar olurken, Celal Bayar da Cumhur Reisi oluyordu. CHP oyların yüzde 39 almış ve 69 milletvekili ile muhalefet e geçmiş ve İsmet İnönü hiç itirazsız Çankaya’dan aşağıdaki Pembe köşke taşınmıştır. Şimdi detayını unuttuğum bir anekdot da, İsmet Paşanın Çankaya’dan inerken Mevhibe Hanıma artık makam arabasına binmeyeceklerini ve her sade vatandaş gibi otobüsü kullanacaklarını söylemesidir.
Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi ben bir asker çocuğuyum. Savaşın bitiminden iki yıl sonra doğmuşum. O günlerde kundak da çekilmiş resimlerde, yatağın üzerinde Atatürk’ün resmi, babamın Deniz Harp Okulu diploması ve kılıcı vardır. Bundan üç yıl sonra 1950 seçimlerinde annem de babam da oylarını Demokrat Parti’ye vereceklerdir. Harp sırasındaki sıkıntılardan yokluklardan ve devletçi idareden bıkan her insan gibi onlar da yeni bir arayış içindedir. Ama gene aynı iki insan on yıl sonra, 5 Mayıs 1960 da Başbakan Adnan Menderes’i Kızılay Meydanında protesto edip istifaya davet eden göstericiler içindedir. O günlerde her türlü gösteri yasaklandığından halk şifreli bir sloganla Kızılay meydanında buluşur: 555K, yani beşinci ayın beşinci günü saat beşte. Peki nasıl olmuştur da bu iki genç insan on yıl önce oy verip iktidara getirdikleri partiyi ve onun Başbakanını şimdi sokak gösterilerinde istifaya davet etmektedir ?
Bunun nedeni, işte şimdi İnönü düşmanlığı yapanların 1960 yılında yaşamadığı, yaşasa da görmek istemediği nedenlerdir. Onlar 1960 darbesinin ne kadar kötü bir şey olduğunu defalarca tekrarlar ve anlatırlar. Doğrudur ihtilaller kötüdür ve meşru değildir. 1960 ihtilalinde demokrasi denemesi ilk tökezlemesini yaşamış, sonra bu alışkanlık olmuş Talat Aydemir de olduğu gibi her önüne gelen ihtilal yapmaya çalışmış , sonrasında çok daha vahim sonuçlar 1970 ler 1980 ler ve 1990 la kadar yapılan darbeler Türkiye’yi her seferinde geriye götürmüştür. Maalesef buna çoğu aydınımız da, demokrasinin üzerine şal örtmek, demokrasinin balans ayarı gibi mazeretler üretmiş kılıf uydurmuşlardır.
27 Mayıs 1960 larla ilgili olarak bilerek anlatılmayan şey şudur. Liberal ekonomi eskisini artamayacak kadar kötüdür. Talep vardır ama arz yoktur. Et, şeker, un, kahve çay , kuyrukları uzamış, karaborsa almış yürümüş, bazı insanlar haksız kazançlarla kesesini doldururken, halk hala yokluk ve sıkıntı içindedir. Bütün bunlara karşın Demokrat Parti iktidarı, koltuğunu kaybetmemek için her türlü gösteriyi yasaklamakta, basına sansür konulmaya çalışılmakta, İnönünün damadı Metin Toker yazılarından dolayı içeri atılmakta ve Vatan Cephesi dedikleri kendi yandaşlarının isimleri her gece haberlerden sonra teker teker radyo da okunmaktadır. Yani, Vatan Cephesi gibi ayrımcı bir anlayışla kendisine oy verecek seçmenler mükafatlandırılıyor ve halk arasında bölücülük ve ayrımcılığın daniskası yapılıyor veVatan Cephesine karşı bilmeyerek bir cephe yaratılıyordu. Büyük olasılıkla isimlerin çoğu sahte olsa da ben bunu her gece radyo başında dinleyerek yaşıyordum. İsmet İnönü seçim gezisi için gittiği Uşak şehrinde iktidarın emriyle şehre sokulmak istenmemiş hatta Demokrat Parti yandaşları tarafından taş atılarak başı yarılmıştı. Ama Paşa buna aldırmamış, yolunu kapatan jandarma erlerini elleri ile açarak şehre girmiştir. Tabi burada şimdi anlatılan İsmet Paşanın bu geziyi yapmakla olayları tahrik ettiğidir, seçim sandığında kendi rızası ile verdiği iktidarı tekrar almak için seçmeni ile buluşmasının engellenmesi değil.
Mecliste de muhalefetin söz hakkı hep engellenir, konuşturulmaz ve sonunda İnönü kürsüye çıkar, “böyle giderseniz sizi ben bile kurtaramam” der. O gelen tehlikenin farkındadır. Bunun farkında olan Ethem Menderes gibi Adnan Menderes’in yakın arkadaşı da vardır. Ethem Menderes son gelişen olaylarda arkadaşını ikaz eder istifa etmesinin kendisi ve millet için hayırlı olacağını söyler ama dinletemez. Bu gün rahmetli Adnan Menderes üzerinden kahramanlık edebiyatı yapılmaktadır. Seçimle gelenin, seçimle gelmesi demokrasinin gereğidir, ama yeri geldiğinde istifa etmek te bir tercihtir ve asla korkaklık değildir. Yapılan yanlış bugünün şartlarını ve anlayışını bundan elli, yüz sene öncesinin şartlarına uygulamaya çalışmaktır.
28 Nisan 1960 da İstanbul Üniversitesinde başlayan talebe olaylarında biri tank altında, diğeri kurşunla Turhan Emeksiz ve Nedim Özpulat adlı iki öğrenci öldü. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar doksan yaşına bakılmaksızın Üniversiteyi terk etmeyi kabul etmediği için kafası gözü kan içinde sürüklenerek kampüsten çıkarıldı. Sonrası malum, bir ay sonra 27 Mayıs 1960 sonrada sabah radyoda Albay Alparslan Türkeşin sesiyle uyandık. Ordu darbe yapmıştı.
Darbe yapıldıktan sonra bu defa her gece radyoda Vatan Cephesine katılanlar yerine Yassı Ada duruşmalarını dinlemeye başladık. “Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerini aldılar, Başkan Salim Başol.......” la başlayan anons hala kulaklarımdadır. Bir zaman sonra bu duruşmaları dinledikçe ve Yassı Ada’da tutuklu olan insanlara reva görülen muamele duyuldukça, Demokrat Parti iktidarına en fazla muhalif olanlar bile yapılan haksızlığa üzülüyor, “köpek davası, külot davası” gibi saçma sapan uydurma davalarla insanların özel hayatlarına girilmesine kızgınlık duyuyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre darbeden on beş yıl sonra evleneceğim eşim Sitarenin eniştesi, üç dönem Bursa milletvekili ve Devlet Bakanı Haluk Şaman da Yassı Ada da idamla yargılanıyordu. Şaman ailesinin çektiklerini öğrendikçe darbelerin yüzlerce ailenin hayatını nasıl değiştirdiğini üzülerek görecektim.
27 Mayıs ihtilali kendi kendini yemiş, darbeyi yapan guruptan Türkeş dahil “on dörtler” yurt dışına sürülmüş, Milli Birlik Komitesi yürütmeyi devir almış, Anayasa profesörlerinin katılımıyla Kurucu Meclis kurulmuş anayasayı ve yeni TBMM ne hazırlama çalışmalarına başlanmıştı. Hazine tam takır bom boştu ve halktan yardım toplanmaya başlandı. Annem ve babamda sonradan çok pişman olacakları bir hareketle evlilik yüzüklerini hazineye bağışladılar. Annem’e parmaklarına hiç bir zaman takmadığı ucuz metalden bir yüzük verdiler. Sonradan, doğrumu dur bilemem, “alyans mahalleri” diye siteler yapıldığı söylendi. Babam da annem de darbe yanlısı insanlar hiç bir zaman olmadılar, hatta sonraki darbelerden her zaman nefret ettiler, onların bütün yaptıkları 5 Mayıs 1960 da iktidarı protesto etme hakkını kullanmaktı. Babam devlet okullarında okumuştu, onun için hazineye yardım etmeyi bir vefa borcu sayıyordu.
|